İşte Tayyip’in kurmak istediği polis rejimi
Tayyip rejimin karakterini kabul etti: Faşizm
Tayyip Erdoğan geçtiğimiz cumartesi İstanbul’da Polis Eğitim ve Kongre Merkezi’nin açılışını yaptı. Açılışta “rejimin güvencesi polis” diyerek çok önemli bir gaf yaptı. Bu aslında Tayyip’in 7 yıldır kurmaya çalıştığı Kürt-İslam faşizminin bir anlamda kabullenilmesiydi.
Bu söylemi sıradan bir gaf ya da yanlış anlaşılma olarak görmemek gerekiyor. Nitekim Tayyip’ten de konuyla ilgili herhangi bir açıklama ya da yalanlama gelmedi.
Tabii yandaş medya hemen Tayyip’i savunmaya başladı. En büyük söylemleri ise Tayyip’in bu sözleri zaten polislerin karşısında söylemesi. AKP’nın grup başkanvekili Bekir Bozdağ da benzer şeyler söylemiş:
“Bu konu basında farklı değerlendirmelere tabi tutuldu, kimi siyasiler tarafından da çarpıtıldı. Polislerle ilgili bir etkinlikte polisleri övücü değerlendirmeler yapmak ve onların yaptığı işin önemine, değerine vurgu yapmak kadar doğal bir şey olamaz.”
Bir de, Tayyip’in sözünün tamamını okuyalım. Böylece o cümlenin cımbızla seçilmediğini görebiliyoruz. Hem de Tayyip zihniyetini anlıyoruz.
Bakın Tayyip tam olarak ne demiş:
“Emniyet teşkilatımız hem demokrasinin hem hukuk sisteminin hem de daha genel anlamda rejimin sarsılmaz bir güvencesi, adeta bir sigortasıdır. Türkiye’nin demokratikleşme ve insan hakları noktasında kaydettiği tarihi nitelikteki ilerlemeye polis teşkilatımız çok hızlı bir şekilde uyum sağladı.
Özellikle çetelerle, mafyayla, hukuk dışı örgütlenmelerle mücadele noktasında emniyet teşkilatımız son dönemde çok kararlı bir mücadele yürütüyor. Elbette bundan rahatsız olanlar çıkabilir. Emniyet güçlerimizin kararlılığı karşısında çıkarları zedelenenler, altlarından zeminleri kayanlar olabilir.
Bu çevreler emniyet güçlerimizi yıpratmak için karalama kampanyaları da yapabilir. Çetelerin, mafyaların, hukuk dışı örgütlerin avukatlığına soyunanlar ve bu avukatlığı üstlenenler, emniyet güçlerimizin arasındaki koordinasyonu bozmak için suçla mücadele azmini gölgelemek için akla hayale gelmeyen ithamlarla emniyet güçlerimize saldırabilirler.”
Gayet açık ve net. Tayyip polise moral falan vermek için söylememiş bu sözleri. Ergenekon tertibinde polisin üzerine düşeni yaptığı için teşekkür ediyor ve polisin arkasında duracağını vurguluyor.
Kimse kimseyi kandırmasın. Rejimin güvencesi olarak polisi gören yönetimlerin ortak bir adı vardır dünyada: Faşizm!
Zaten açıklamanın yapıldığı cumartesi gününden bu yana yaşananlara şöyle bir bakalım yeter.
Cumartesi gecesi Meclis Genel Kurulu’nda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesinin önünü açan bir yasa değişikliği yapıldı.
2-3 haftadır Taraf gazetesinin gündeme getirdiği “Fethullah’a ve AKP’ye karşı eylem planı” tartışılıyor.
Pazar günü sözde belgenin altında imzası bulunduğu öne sürülen Albay Çiçek Ergenekon soruşturması çerçevesinde sorgulanmaya başladı. Halbuki Askeri Savcılık koğuşturmaya gerek görmemiş, salıvermişti Çiçek’i. Çiçek’i sorguya götürenler “Tayyip’in rejiminin teminatı” polislerdi. Sorgulayanlar ise, önceki gün darbe suçlamasıyla askerleri yargılama yetkisi alan sivil yargı!
Salı günü MGK toplandı. 28 Şubat’tan sonraki en uzun MGK toplantısıydı bu. Tam 7 saat 40 dakika sürdü.
Aynı gece Albay Çiçek tutuklandı.
Şu üç dört gündür yaşananlar Tayyip’in nasıl bir rejim peşinde koştuğunu ve o rejimin teminatının da kimler olabileceğini gayet güzel gösteriyor.
Tabii bunun bir de üç yıllık geçmişi var.
Ergenekon tertibinde yaşananları bütün Türkiye görüyor. Gecenin bir vakti emekli orgenerallerin, Atatürkçü dernek başkan ve yöneticilerinin, gazetecilerin, görevdeki subayların gözaltına alınıverdiğini izliyoruz.
Anlayacağınız polis bir gece ansızın evinize gelebilir. Ve sizi de gözaltına alabilir.
Sonra da tutuklanıverirsiniz.
Gerekçe mi? Bunu evinizde yapılan aramalardan sonra öğrenebilirsiniz. Hakkınızdaki iddianame için bile 2-3 sene beklemeyi göze almalısınız.
İşte Tayyip’in kurduğu polis rejimi...
Polis rejimlerinin ortak karakteridir bu. Polis rejimi korur, doğru. Ama kimden, hangi tehditten? Halktan tabii ki... Polis rejimleri için en büyük tehdit ise halk hareketidir.
Kimse kimseyi kandırmasın. Rejimin güvencesi olarak polisi gören yönetimlerin ortak bir adı vardır dünyada: Faşizm!
Karşı devrimin
Ordu’ya karşı silahlı gücü: Polis
Tayyip’in dediklerini okuyunca Özal’ın şu sözlerini hatırlamadan edemiyoruz: “Darbeleri önlemek istiyorsanız polis teşkilatını güçlendirmek zorundasınız.”
Refahyol döneminde Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı yapmış Bülent Orakoğlu’nu da unutmamak gerekiyor. 1997’deki bir demeci şuydu:
“Asker Türkiye’de artık darbe yapamaz, 167 bin polis ve 7 bin özel tim görevlisi var, askerin polisi de yanına alması gerekir.”
Gördünüz mü, açık açık söylüyorlar. Bu bizim uydurduğumuz bir teori değil: Polisin silahlı gücü artık Ordu’nun silahlı gücüne karşı bir alternatif haline gelmiştir.
Özal başlarda bunu olası bir darbeye karşı direnecek ve Hükümeti koruyacak bir alternatif silahlı güç olarak düşünmüştü. Hatta Özal döneminde Güneydoğuda görev yapan Özel Time ağır silahlar verilmiş, panzerlerin yanı sıra zırhlı araçlar temin edilmişti. Özel Tim’in hızla alternatif bir ordu haline gelmesi 28 Şubat’tan sonra Ordu’nun itirazıyla engellenmişti.
Ancak Tayyip’le birlikte bu “alternatif silahlı güç” artık bir nefsi müdafaa gücü olmaktan çıkıp bir saldırı gücü haline gelmiştir. Özal döneminden beri darbelere ve Ordu’ya karşı örgütlenen polis teşkilatı, AKP ile başlayan dönemde bizzat kendisi darbe düzenleyen bir güce dönüşmüştür. Ordu mensuplarına ve hükümet karşıtlarına karşı Ergenekon tertibinde yapılanlar ortadadır.
Tayyip’in “polis rejimin teminatıdır” derken kastettiği şey de budur. Hem AKP’nin kurduğu rejime muhalif olanlar temizlenmektedir, hem de bu rejime dur diyecek Ordu kararlılığı engellenmektedir.
Kelime cambazlığıyla faşizm
Geçtiğimiz hafta sonu bir başka önemli gelişme daha yaşandı. Meclis’te kaşla göz arasında yapılan bir anayasa değişikliğiyle askerlerin darbe suçuyla sivil mahkemelerde yargılanabilmesinin önü açıldı. Bu değişikliğin Tayyip’in “polis rejimin teminatıdır” açıklamasının yapıldığı günlere denk gelmesi bir tesadüf değil tabii.
“Kaşla göz arasında” derken abartmıyoruz. AKP resmen bir kelime cambazlığıyla ve Meclis’teki diğer partilerin milletvekillerine sezdirmeden gerçeleştirdi değişikliği. Sinsice...
“Savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.” maddesindeki “hali dahil” kelimeleri “halinde”ye dönüştürülmüştü önergede. Böylece askerleri yargılama konusunda askeri mahkemeler yalnızca savaş ve sıkıyönetim hallerinde tek yetkili sayılıyor. Anlayacağınız askerlerin darbe suçundan sivil mahkemelerde de yargılanabilmesinin önü açılmış oluyor.
Muhalefet ne yapıyormuş peki oylama sırasında? Ses çıkarmayıp onay vermişler bu Anayasa değişikliğine. O sırada uyuyorlar mıymış diyebilirsiniz.
Evet, uyuyorlarmış. Mecazi anlamda değil, gerçekten de! CHP’liler anayasa değişikliği kabul edildikten sonra çok “ağladı”. Yasanın gecenin çok geç bir vaktinde oylamaya sunulduğunu, hukukçu milletvekillerinin o an orada bulunmadığını, diğerlerinin ise bu önemli kelime değişikliğini göremediğini söyleyip güya kendilerini savunmuşlar...
Her neyse, iyi uykular diyelim. Faşizm böyle gelir zaten. Muhalefet uyur, faşizm ise yavaş yavaş ağlarını örer...
Ancak olayı bir de AKP cephesinden değerlendirelim.
AKP’liler büyük demokratik atılım diye savundukları bu düzenlemeyi niye gizli saklı gerçekleştirdi peki?
Bunlar işte klasik faşist taktikler. Bütün muhalefet temizlenene ve bütün toplumsal muhalefet ezilene kadar faşistlerin izlediği temel taktik budur. Sistem henüz faşizme tam anlamıyla dönüşmediği zamanlarda uygularlar bu taktiği. Sistemin diğer aktörleri bir şekilde kandırılır. Yeri geldiğinde baskıyla sindirilir. Faşist rejimin önündeki bütün engeller böyle böyle kaldırılır.
Faşizmin dünya çapındaki tarihine bir bakın, Hitler gibi, Mussolini gibi, darbeyle değil seçimle başa gelen bütün faşist liderler hep aynı taktiğe başvurmuştur.
Rejimi polise emanet edenler, istedikleri rejimi ancak bu tür kandıramaca ve alavere-dalaverelerle kurabilir.
Bu da aslında bir çeşit darbedir.
Atatürk, rejimi Ordu’ya ve gençliğe emanet etmişti
Peki 10 yıldır darbe karşıtlığı yapıp demokrasi havarisi kesilenler? Tayyip’in bu polis rejimi çağrışımlarına karşı tek bir şey dediler mi? Hayır.
Hani demokrattınız?
Tayyip’in şu sözünden daha demokrasi karşıtı bir şey olabilir mi?
Niye susuyorsunuz?
Kimsenin hakkını yemeyelim. Kimileri konuştu da. Ama açıklamalar içinde en eleştirel olanı bile şöyle diyordu: “Ordu da asker de rejimin teminatı değildir.”
Yani polis rejimin teminatı olmamalıdır derken bile dayanamayıp Ordu düşmanlığı yapıyorlar. Çok demokrat gözüken bu değerlendirme bile bu ülkede Kürt-İslamcıların ne derece hakim olduğunun bir kanıtı.
Türkiye’de Ordu’yla polisin kimliği farklıdır. Polis hükümetin kolluk güçleridir. Direkt hükümete bağlıdır.
Ama Türkiye’de Ordu hiçbir zaman hükümetin tamamen kontrolünde olmamıştır. Aksine, hükümetlerin rejiin temel dinamiklerine karşı gelmesinin önünde emniyet sübabı rolü oynadığı dönemler olmuştur.
Üstelik Ordu, Türkiye’de Atatürk’ten beri gelen bir geleneğe dayanmaktadır. 12 Eylül ve 12 Mart gibi dönemlerde bu gelenekten uzaklaşmış olsa da, NATO üyesi olduğundan beri o geleneğin gücü giderek azalsa da, Ordu hükümetlerin dümen suyuna tam anlamıyla hiçbir zaman girmemiştir.
Her şeyden önce Türkiye’deki işbirlikçi siyaset kurumunun dışında konumlanmıştır Ordu.
Ancak daha da önemlisi, Atatürk Türkiye’nin geleceğini öncelikle iki kuruma emanet etmiştir: Türk gençliğine ve Türk Ordusu’na. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni hepimiz biliyoruz. Peki ya Ordu’ya son mesajını? 29 Ekim 1938’de ölüm döşeğinde hasta yatarken Türk Ordusu’na şu çağrıyı yapmıştır:
“Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve âmade olduğuna, benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragat-i nefs ve istihkâr-ı hayatla her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün ulusun muvacehesinde beyan ederim.”
Türk Devrimi’nin liderini bağrından çıkarmış, Kurtuluş Savaşı’nı omuzlamış Ordumuzun Atatürk tarafından rejimin teminatı olarak görülmesi gayet doğaldı. Kurucu unsur, tabii ki esas koruyucudur da.
Ancak Atatürk’ün rejimi yalnızca Ordu’ya değil, aynı zamanda Türk Gençliğine emanet ettiğini de unutmayalım. Türkiye Atatürk döneminde hiçbir zaman Ordu’nun halk üzerindeki baskısıyla ayakta duran bir rejim olmadı. Aksine, Atatürk rejimi gençliğe de emanet ederek bu tehlikenin önüne geçmiş oldu.
Türkiye’de rejimi Ordu’ya emanet edebilirsiniz. Çünkü Türk Ordusu’nun bu rejimin kuruluşunda harcı var.
Pek çok Üçüncü Dünya ülkesinde de durum böyledir. Ordu bizim gibi ülkelerde emperyalizme karşı direnişin ve ilericiliğin silahı haline de dönüşebilir.
Ancak dünyanın neresine giderseniz gidin, rejminin teminatı olarak polisi gören yönetimlerin ortak bir adı vardır: Diktatörlük ya da faşizm!
Bu, diktatörlüğün askeri bir diktatörlük mü yoksa seçimlerle işbaşına gelen sivil bir kadronun diktatörlüğü mü olduğundan bağımsız bir meseledir. Dünyanın bütün diktatörlükleri, ister askeri ister sivil darbeyle oluşmuş olsun, hepsi halk üzerindeki baskısını polis teşkilatıyla kurar. Ve halk içinde oluşabilecek muhalif örgütlenmeyi polisiye tedbirlerle engeller. Zaten rejimi polise emanet etmenin amacı da budur: Muhalif örgütlenmeyi engellemek...
AKP de Ergenekon’la birlikte bunu yapmıyor mu zaten?
Yargıda ulemaya sor, rejimi polise emanet et...
AKP’nin kuracağı Kürt-İslam faşizminin ne menem bir rejim olduğunu son dönem yapılan açıklamalarda görebilirsiniz.
Bu rejimde yargı olmayacak. Bunu Tayyip’in “ulemaya sorun” demecinden anlamak gerekiyor zaten. Yargı adım adım mollalara teslim edilecek.
Fethullahçı savcıların adım adım Türk Yargısı’nı nasıl ele geçirdiğini son üç yıldır hep beraber görüyoruz zaten. Atatürkçülüğe tutunmak isteyen yargı mensuplarına yapılanlar ise ortada. “Gül yargılanmalıdır” diyen Sincan Hakiminin üstüne nasıl çullandılar hatırlatmak isteriz. Biraz daha geri gidersek, Tayyip’in hükümetin kanundışı uygulamalarına dur diyen Danıştay’a nasıl saldırdığını hatırlarız. Üstelik Tayyip’in Danıştay’ya yönelik sert eleştirilerinin ardından Danıştay saldırıs da gerçekleşmişti.
Yargıyı kendi yandaşlarına ve süreç içinde ulemaya terk etmek isteyenler, polisi de güçlendirmek zorundadır. Haksız, hukuksuz, iktidar yanlısı, Kürt-İslam faşizminin borazanı haline gelmiş bir yargı ancak ve ancak polis baskısıyla “adalet”ini tecelli etmesini sağlayabilir zaten. Bütün faşist rejimlerde aynısını görmedik mi?
Aslında Tayyip’e teşekkür etmek lazım. Bugüne kadar hep takiyyelerle, sol gösterip sağdan vurmalarla götürdü işi. Demokrasi diye diye rejimini kurdu.
İlk kez gerçek fikirlerini söylemiş oldu... ÖZGÜR ERDEM
6 Temmuz 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder