Gazete sayfasından Güler Zere’nin hafiften gülümseyen fotoğrafına bakıyorum. Dört duvar arasında umudunu yitirmeden yaşama sımsıkı sarılışını onda görüyorum. 14 yıl Elbistan cezaevinde yattığını ve orada kansere yakalandığını satır aralarında okuyorum. Gözüm tekrar fotoğrafa kayıyor. Dört duvar arasında tutsak olsa bile içindeki cevahiri canlı tuttuğunu fark ediyorum.
Güler Zere’nin sağlık sorunu göz önüne alınarak, serbest bırakılması için insan hakları kuruluşları, dernekler, duyarlı basın ve yurttaşlar olayı canlı tutarak, sorumlu yetkililerin olaya müdahale etmesini bekledi. Bugüne kadar cezaevlerinde adli ve siyasi ağır hasta olan insanlar için bulunan girişimler sonuçsuz kaldı. Buna kulaklarını tıkadılar ya da gözlerini yumdular diyebiliriz.
Cezaevlerinde yatan insanların hangi suçtan yattığının ayrımını yapmadan ölümcül hastalığa yakalanmış olduğunu varsayalım. İnsani açıdan bu insanlar için gerekli olan iyileştirme zemininin anında yaratılması gerekir.
Ülkemizdeki cezaevlerinde sağlıksız koşulların olduğunu, ağır hastaların olduğunu bilmekteyiz. Yetkililerinde keyfi davrandığını bilmekteyiz. Fazla uzaklara gitmemize gerek yok. Devrimci tutsaklardan mesane kanseri olan Erol Zavar içinde böyle bir kampanya geçmişte başlatılmıştı. Doktorların ağır hasta olduğuna dair verdikleri belgelerle o hala cezaevinde tutulmaya devam edilmektedir.
Ergenekon davasından gözaltına alınan üst düzey subaylar ve paşalar vardı. Bunların içinde emekli olanları da vardı. Bu arada bir karşılaştırma yapalım; Ergenekon paşalarının hasta oldukları açıklandı, adalet mekanizmasının onlar için çok çabuk işletilerek, özel hastanelere sevk edilerek, aşırı derecede ‘çürük’ çıktıklarını biliyoruz. Tahliye edildiler. Yetkililer, ağır hasta insanların cezaevi koşullarında iyileşebilmelerinin imkânsız olduğunun bilincindeydi.
Ama aynı yetkililer cezaevinin diğer yüzünde yerlerinden oynatılmayanları görmemezlikten geldi. Kendileri için özel hastaneleri olmayan, arkalarında herhangi bir kurum olmayanlar için adalet bunun neresinde dersiniz?
Güler Zere’nin durumuna tepki göstermek ve ona sahip çıkmak insanım diyen herkesin görevidir. Adli ya da siyasi olsun cezaevlerinin yaşam koşulları zordur. Onlar içeride hasta diye tek başına bırakırsak, ölümlerine seyirci kalırsak, bizlerde insanlık suçuna ortak olmuş oluruz.
Hukukta insan haklarını koruyan maddeler vardır. Bu maddeler kişiye, kişilere göre özel olarak uygulanmamalıdır. Yalnız ülkemizde önemli yerlerde olanlara ayrıcalıklar tanınmaktadır. Bunlardan bir tanesi Necmettin Erbakan’dır. Hüküm giydi ve onun için yasal düzenlemeler anında AKP tarafından yapıldı. Cumhurbaşkanı Gül’de onayladı. Cezasını ilk önce istediği yerde çekme şartı getirildi. Sonrada yaştan dolayı bir şekilde af edildi. Peki, madalyonun diğer yüzünde onun yaşında olanlar neden cezaevlerinde yatmaya devam etmektedir?
Cezaevlerinde kişilere göre çifte standartlar uygulanmaktadır. Bunun içindir ki, Güler Zere’nin yalnız olmadığını, öldürülmesine seyirci kalmadıklarını eylemlikleriyle, Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD), ÇHD, KESK, İHD ve diğer kurumlar olayın ciddiyetini insanlara anlatmaya devam etmektedirler.
Ağız içi ve boynundaki kanserli tümörler nedeniyle damağı alınan ve tedavisinin cezaevi koşullarında mümkün olmadığı Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı’nın raporuyla belirlenen Güler Zere’nin cezasının ertelenmesi başvurusunun hasıraltı edildiği iddia edildi. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi adına Elbistan Başsavcılığı’na dilekçeyle başvuran avukat Taylan Tanay, Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak’ı Zere’nin cezasının ertelenmesi yönündeki başvurusunu işleme koymayarak ‘Kasten adam öldürmeye teşebbüs etmek’le suçladı.
Ülkemizde insanın yaşamı bu kadar ucuz olur mu? Demek ki oluyor. Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak’ın olaya insani boyutta bakmadığının bir kanıtıdır.
Güler Zere, 37 yaşında. 14 yıldır tutuklu. Malatya 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce verilen 34 yıllık hapis cezasının infazını çekmek üzere Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeyken kanser hastalığına yakalandı. Hastalığının teşhis ve ilk tedavisi Çukurova Üniversitesi Balcalı Araştırma Hastanesi’nde yapıldı. Oradan Adana Karataş Kadın Cezaevi’ne sevk edildi.
Avukatları, Zere’nin tedavisinin cezaevi koşullarında sürdürülemeyeceğini belirterek 12 Mart 2009’da Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdular. Başvuruda, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 16. maddesi uyarınca Zere’nin cezasının ertelenmesini istediler.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, bu talep üzerine Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan rapor istedi. 22 Haziran 2009’da hazırlanan rapor şöyleydi:
“Evre 4 malign oral kavite karsinomu nedeniyle ağır özürlü sayıldığı yaşamının ağır risk altında olduğu, şahsın bir başkasının bakım ve gözetimine muhtaç olduğu, radyoterapi “ışın tedavisi” de içerecek yoğun ve ağır bir tedavi gerekebileceğinden bu koşulların sağlanabileceği bir sağlık kuruluşunda tedavi ihtiyacı olduğu cezaevi koşullarında bu bakım ve tedavinin sağlıklı olarak yerine getirilmesinin mümkün olmadığı, belirtilen nedenlerle iyileşinceye kadar hapis cezası infazının ertelenmesinin uygun olacağı...”
Bu raporun aynı gün Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş olmasına rağmen Zere hâlâ serbest bırakılmadı.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan istediği raporun gelmesine rağmen ‘Zere’nin durumunu ortaya koyan dosyanın Elbistan’da olduğu için başvurunun Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılması gerektiği’ yönünde itirazda bulundu. Avukatlar aynı gün Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na faks dilekçe ile başvurdu.
Elbistan’dan ses soluk çıkmadı. Başvurunun akıbeti ile ilgili olarak avukat Tanay, suç duyurusunda bulundu. Bu başvurunun kaybolmuş ya da kaybedilmiş olduğunu iddia ediyor. Zere’nin sağlık durumuyla ilgili beş ayrı rapor var. Zere’nin “ağır özürlü” olduğunu belirtti. Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak onu 28 saatlik bir yolculukla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk ediyor. Zere’nin avukatı Tanay da savcıyı ilk başvuruyu kasten göz ardı etmekle suçluyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Güler Zere için tahliye topunu Adalet bakanlığı’na atmıştı. Bakanlıktan şuana kadar herhangi bir ses çıkmadı. Aydınlardan ise Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak’ın infazı erteleyecek kararı vermemesini ”bilerek ölüme göndermek” şeklinde yorumladı.
Sonuç itibarıyla Güler Zere için devletin insan hakları anlayışı ağırdan işliyor. Bu olay bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? Ozan Ruhi Su vardı. Kanser hastasıydı ve tedavi olmak için yurt dışına çıkması gerekiyordu. Kendisinin pasaport müracaatı olmuştu. Devrimci ozan olduğu için pasaport verme işlemi uzadıkça uzadı. Sevgili, değerli ozanımız Ruhi Su gözlerini yaşama yumduğu gün kendisine pasaport verildiğini radyo ve televizyondan haber saatinde spikerler söyledi. Benim o günkü yorumum ise; “devrimci ozan Ruhi Su’ya ve biz devrimcilere karşı yapılan büyük haksızlık ve iki yüzlülüktür.” Süleyman Demirel o günü çok iyi hatırladığına eminim!
AKP iktidarı kendine karşı insan haklarını işletiyor. Yeri geldi mi insan hakları da insan hakları diyerek temposunu yükseltiyor. Sağlık sorununu yaşayan Güler Zere ve diğer mahkumlar için insan hakları nerede? Övündüğünüz, övdüğünüz uğruna yasalar çıkardığınız AB’ nin insan hakları nerede? Ben, bizler göremiyoruz. Ya sizler görüyor musunuz?
Hüseyin Habip taşkın
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder