29 Temmuz 2009 Çarşamba

DÜNYANIN YENİ GÜNDEMİ

Birkaç yüzyıldır dünyanın egemeni olma yolunda yarışan Batı kapitalizmi keşfettiğini söylediği ve Amerika adını verdiği kıtayı yağmalayarak sermaye birikimini artırmıştı. Afrika’nın neredeyse tamamını ve Asya’nın önemli bir kısmını sömürgeleştirmesiyle ve köleleştirmesiyle emperyalist sıfatını alan Batı, artık dünya imparatorluğu için adımlar atmaya başlayabilirdi. Doymak bilmez sömürü hırsının güçler oranında egemenlik istemesinden doğan ve birçok devleti ortadan kaldırarak, birçok coğrafyada sınırları yeniden çizerek, yeni ülkeler yaratarak noktalanan Birinci Paylaşım Savaşı, Batı emperyalizminin marifetiydi ve bu nokta ile 20. yüzyılın yeni imparator adayları da ortaya çıkmıştı. 1917’de Sovyetler Birliği’nin ve 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumu, emperyalist egemenlikte bir gedikti. Emperyalist güçler dengesindeki değişimin neden olduğu İkinci Paylaşım Savaşı ise birçok imparator adayını güçsüzleştirirken Doğu Avrupa’da Halk Demokrasilerini, Asya’da Çin’i doğurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllar bir yandan en büyük imparator adayının, ABD’nin güçlenmesini, bir yandan da bağımızlık ateşleriyle dünyanın birçok halkının özgürlüğe kavuşmasını, sömürgeciliğin tasfiyesini getirmişti. 21. yüzyıla girerken dengeler yine değişti. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku parçalanırken ABD; Avrupa ve Amerika kıtalarından oluşan Batı’yı kesin egemenliğine aldı. Atlantik’in iki yakasının uluslararası dev şirketler IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ile ekonomik; NATO ile askeri; ABD, G-8, AB ile siyasal birleşmesiyle küresel imparatorluğunu kurdu. NATO şirketinin sözde teröre karşı koalisyonun merkezi olmasını ve dünyaya verilecek yeni düzen konusundaki politikalar, imparatorunun ABD olduğu açısından yorumlanmalı. 1949’da Batı’nın çıkarlarını korumak için ve soğuk savaşın ürünü olarak kurulan NATO’nun, Sovyetler Birliği blokunun çökmesinden sonra işlevini Batı’nın çıkarlarını korumaya yoğunlaştırmasının başka bir anlamı yoktur ve BOP adımları da böyle algılanmalıdır. Kuzey Afrika, Körfez, Ortadoğu, Kafkasya bölgelerinde; halkının çoğunluğu Müslüman olan 20-25 ülkede; barış, demokrasi ve ekonomik kalkınma için Demirperde’yi yıkan Helsinki adımları atılacakmış. Seçimler yaptırılacakmış, kadınlara oy hakkı verilecekmiş, medyanın bağımsızlaştırılması (!) ve BOP Finans Kurumu ile kabilelere kredi verilmesi sağlanacakmış. Tüm bu ülkelerde dini siyasallaştıran, yıllar boyu tarikatlarla işbirliği içinde diktatörler yaratıp onları iktidarda tutmak için çaba harcayan Batı; bugün terörün önlenmesi, kitle imha silahlarının yok edilmesi, demokratikleşme, ekonomik kalkınma ile yeni bir gündemi dünyaya dayatıyor: BOP. Emperyalizm, BOP bölgesinde çıkarlarının bekçiliğini NATO’ya vermek istiyor. BOP’un içine aldığı ülkeleri Yugoslavya gibi parçalamak istiyor. Hedef ülkelerden biri olan ülkemiz bir yandan parçalanıp küçültülmek, bir yandan da Ilımlı İslam bir devlete dönüştürülmek ve işgalcilerin maşası olarak kullanılmak isteniyor. Türkiye’nin, hükümeti, “İslami değerlerle evrensel değerleri bağdaştıran demokratik yapı”ya sahip olduğunu söylediği ülkemizin Batı adına komşularını işgal etmesine evet diyor. Kimi işbirlikçi sermaye çevreleri, İslamcı siyasetçiler, etnik bölücüler, liberal işbirlikçi aydınlar ve medya Batı’nın politikalarını savunuyor; uygulanmasına ve Batı’nın arka bahçesi olmamıza çalışıyor. Türkiye’nin; NATO’nun merkez üssü, NATO’nun Batı ile BOP arasındaki köprüsü olacağı açıklamalarını, BOP’un merkez üssünün Türkiye olacağı biçiminde algılamak gerekir. Merkez üs bize acı bir gerçeği, deprem gerçeğini anımsatıyor. BOP depreminin merkez üssü olmanın ne demek olduğunu herkes bal gibi biliyor.

Hiç yorum yok: