Ezilen dünyanın artık Çin’e açacağı bir kredi kalmamıştır. Çin ezilen dünyanın dostu değildir. Çin’in büyümesi emperyalizmin büyümesi, Çin’in istikrarı emperyalizmin istikrarıdır. Gerçeklere yine de gözünü kapatmak isteyen fanatiklere veya ajan ruhlulara son olarak Mao Zedung’un bir sözünü hatırlatalım: “Bir gün Çin emperyalist olursa, ona da karşı çıkınız…”
Efsane ve gerçek
Doğu Türkistan’da Türklere yönelik katliam ve işgal politikasını savunmak için bazı işbirlikçiler Türkiye’de inanılmaz bir propaganda yürütüyor.
Bu propagandanın temeli şu; Çin, ABD’ye kafa tutan yeni bir süper güçtür. Çin, süper güç olmasının yanı sıra emperyalizme karşıdır ve sosyalisttir. Ayrıca Çin Avrasya projesini destekleyerek Üçüncü Dünya ülkeleri için umut kaynağı olmaktadır.
Bu yüzden ABD Çin’e düşmandır. Bundan dolayı Uygur Türkleri olsa olsa ABD ajanı olabilir. Bu yüzden ulusalcılar Çin’i tutmalıdır. Çünkü ABD tıpkı Türkiye’yi bölmek istediği gibi Çin’i de bölmek istemektedir. Oysa Çin Türkiye’nin dostudur.
Bu garip tezi sorgulayalım. Çin acaba ABD’ye karşı mı? ABD’yle düşman mı? Ya da hepsini bir yana bırakalım Çin ABD’nin rakibi mi? Yoksa bir numaralı ortağı mı? Çin ezilen ulusların dostu mu? Yoksa emperyalist talana ortak olmuş yeni bir güç mü?
Türkiye’de bazı ajan çevreler öyle bir Çin efsanesi yaratmıştır ki; onların Çin’i ejderhalar, canavarlar, havada uçan veya suda yürüyen ninjalar kadar gerçektir.
Gerçek Çin’e ışık tutmak çok basit bir olguyla başlayalım. Bazı ulusalcılara ve Maoculara göre Çin dünyada en hızlı büyüyen ekonomidir ve bu ABD’yi çok korkutmaktadır. Peki, bu doğru mu?
Oysa ABD’li ekonomistler ABD’nin ekonomik krizden çıkışı için en büyük umut kaynağını Çin’de görüyorlar. Çin’in son bir yılda ekonomik büyüme hızı çift hanelerden %6’ya kadar indi. Ancak bu rakam bile ABD’yi sevindirdi. Çünkü Çin’in üretimi demek ABD tekellerinin kârı ve canlanması demektir. Bu kadar basit.
Bazıları diyor ki ABD ve Çin ekonomik rakiplerdir. Tam tersine. Dünyadaki en büyük iki ticaret ortağı ABD ve Çin’dir.
Çin’in birden bire patlayan büyümesi özellikle Asya ekonomik krizinin hemen ardından 1996’da başlamıştır. Bu tarihten itibaren dünyadaki yabancı sermayenin ve özellikle Amerikan sermayesinin en çok yatırıldığı ülke Çin olmuştur. ABD’nin Çin dışındaki Asya ülkeleriyle ticareti 1996’dan günümüze toplam ticaret hacminde %32’den %20’ye düşmüşken Çin ile neredeyse ikiye katlamıştır. Kısacası ABD ve AB tekelci sermayesi “Asya kaplanlarını” terk etmiş, kendileri için çok daha iyi bir ortak olan Çin’e akmıştır. Bunda ezilen dünya adına sevindirici bir yan göremiyoruz.
1990’ların sonu sadece Çin için değil, ABD için de tarihi olarak en yüksek büyüme oranlarının elde edildiği yıllar olmuştur. ABD emperyalizminin bir numaralı sermaye ihracı Çin’e gerçekleşti. Çin büyük imparatorluğunun ucuz işgücü ve hammadde kaynaklarını Amerikan sermayesinin emrine sundu.
Sonuç, 1950’lerden itibaren görülmemiş bir büyüme dalgası. Oysa 1990’ların başında dünya ekonomisi ve ABD büyük bir durgunluk eşiğine gelmişti. Bugün yaşanan krizin ilk belirtileri o yıllarda yaşanıyordu. Ancak Çin ABD kaynaklı ekonomik büyümenin motoru oldu. Çin büyüdü. ABD de büyüdü. Küreselleşme denen büyük emperyalist saldırı bu ekonomik dinamizmle 1990-2008 arasında finanse edildi. Kısacası Çin mucizesi denen şey aslında Amerikan mucizesidir. Ya da şöyle özetleyelim ABD artı Çin eşittir küreselleşme.
Eğer Çin ile ABD arasındaki bu kirli ortaklık olmasaydı, ABD asla Yugoslavya’ya, Irak’a ve Afganistan’a saldıramazdı. ABD emperyalizmi esas olarak askeri hegemonyayla ayakta duruyor. ABD’nin hem bütçesi hem de dış ticareti dev açıklar veriyor. Ancak Çin, Japonya, AB ülkeleri ve hatta Rusya bu açığı finanse ediyor. Nasıl? ABD’nin devlete ait ve özel finansal kâğıtlarını satın alarak. ABD ordusunu en çok Çin’in finanse etmesi bir çelişki değil, çünkü dünya piyasalarının ABD sermayesine açık kalması en çok Çin’in işine geliyor.
ABD emperyalizminin
en büyük finansörü Çin
Dahası var. Çin aslında emperyalist dünya sisteminin ve özellikle ABD’nin yardımına koşmuştur. Çünkü Çin’in hanesine yazılan her büyüme, Üçüncü Dünya ülkelerini emperyalizm karşısında zor duruma düşürmüştür.
Türkiye’de bazı garip tipler her sene Çin’in büyüme rakamlarının açıklanmasından sonra bayram ederler. “Yaşasın Çin geliyor, ABD tepetaklak gidiyor…”
İyi de ne hikmetse Çin büyüdükçe ABD tepetaklak yuvarlanmadığı gibi, Üçüncü Dünya ülkelerinin ABD ve AB ile yaptıkları ticaret haddinde hiç görülmeyen düzeyde bozulmalar gerçekleşiyor. Bu da çok doğal çünkü Çin emperyalist sisteme neredeyse 5 kat daha ucuz işgücü sunuyor. Üçüncü Dünya ülkeleriyle Batı arasındaki ticaret artık çok daha adaletsiz ve eşitsiz, çünkü sağ olsun Çin, ABD’yi değil ama tüm dünyada işgücü ve hammadde maliyetlerini ezilenler aleyhine tepetaklak etmeye devam ediyor. Nasıl mı? 19.yy’dan kalma çalışma koşulları, sömürülmeye açık geniş bir tarımsal arazi ve hammadde stoku, değil grev sendikanın bile vatan hainliği sayıldığı bir “sosyalist” rejim…
Ve bazıları hâlâ Çin büyüdü diye sevinmemizi istiyor. Niye? Biz ABD tekeli Wall-Mart mıyız?
Rakamlar konuşsun yine. Çin’in toplam milli geliri 4.4 trilyon dolar. Toplam dış ticaret hacmi 2.4 trilyon dolar. Bu devasa rakamlara dayanan bazıları diyor ki dünyanın merkezi Atlantik’ten Pasifik’e kayıyor. Olabilir. Çin de bundan fayda sağlayabilir. Ama tüketen ve kazanan yine Atlantik...
Çünkü 2.4 trilyon dolarlık ticaret hacminin 409 milyar doları doğrudan ABD ile gerçekleşiyor. Bu rakama Hong Kong ile olan 203 milyar dolarlık dolaylı ticaret dahil değil. Net bir şekilde görülüyor ki Çin’in bir numaralı ticaret ortağı ABD’dir. Ardından 267 miyar dolarla Japonya gelmektedir. Almanya ise Çin ile 115 milyar dolarlık ticaret hacmine sahiptir.
Kısacası “Atlantik güçleri” ya da bildiğiniz emperyalist Batı, Çin’in dev gibi olan dış ticaretinin esas ortaklarıdır.
Peki, başka bir soru. Acaba Türkiye’de anlatılan Avrasya masallarının, büyük Rus-Çin paktının durumu ne? Evet rakamlar konuşsun. Rusya’nın Çin ile toplam ticaret hacmi sadece 56 milyar dolar. Yani ABD’nin neredeyse onda biri… Ve listede Rusya açık arayla sekizinci...
Rus emperyalist-faşist ideologu Dugin, Avrasya kitabında, Çin’in büyüyen ekonomisinin en çok Rusya’yı ve Rus etki alanlarını tehdit ettiğini söylüyor. Doğru söze ne denir?
Devam edelim. Çin’i övenler diyor ki: “Çin ABD ile ortak olabilir ama bu işten Çin kazançlı çıkıyor…” Tabii ABD salak ya(!)… Bu iddiayı destekleyenleri memnun edecek bir rakam verelim. Çin’in ABD’yle ticaretinde net fazlası (ihracatının ithalatından fazlalığı) tam 260 milyar dolar. Bu bazılarına göre ABD her yıl Çin’e para kaptırıyor gibi gelebilir ancak işin rengi öyle değil. Çin kazandığı parayı ne yapıyor sizce? ABD’nin hazine tahvillerini satın oluyor. Hem de tüm dünyada bunların en büyük satın alıcısı şu anda Çin. 2008 yılında Japonya’yı geride bırakan Çin tam 585 milyar dolarlık (yani Çin’in ABD’ye ticaret fazlasının iki katından büyük bir oran) ABD hazine tahvilini satın aldı ve bu alanda birinci oldu. Yani Çin milli gelirinin neredeyse sekizde birini Amerikan devlet tahviline yatırmış. Bu ne demek biliyor musunuz? ABD emperyalizmini ayakta tutan, bütçesini oluşturmasını sağlayan, dev ordusunu besleyen, General Motors gibi iflas eden tekellerini finanse eden dünyadaki bir numaralı güç Çin demek. Çin ABD’den ticarette kazandığını fazlasıyla ABD’ye kazandırıyor. Çin’de üretilen ve tüm dünya piyasalarına sürülen ABD firmalarının mallarını hesaba katmıyoruz. Kısacası ABD Çin’e kazandırıyor, Çin de ABD’ye… Ya da Perinçek’in anlayacağı dille şöyle diyelim Çin’in istikrarı ABD’nin, ABD’nin istikrarı Çin’in istikrarıdır. Yukarıdaki alışveriş tablosundan çıkan tunç yasası budur.
Ama demagog Perinçek diyor ki: “Çin dünya barışını yok etmek istemediği için ABD tahvillerini satın alıyor ve ABD’nin saldırganlaşmasını engelliyor. Yoksa ABD Hitler’in yoluna girer…”
Ne ulvi, ne büyük bir dava... Çin ABD’ye para pompalıyor. Böylelikle ABD bize saldırmıyor. Acaba saldırmıyor mu? Ya da Çin’in mali desteğiyle saldırıyor olmasın…
Siyasi arenada ABD-Çin işbirliği
İş tam da püf noktası bu… Eğer Çin ile ABD arasındaki bu kirli ortaklık olmasaydı, ABD asla Yugoslavya’ya, Irak’a ve Afganistan’a saldıramazdı.
ABD emperyalizmi esas olarak askeri hegemonyayla ayakta duruyor. ABD’nin hem bütçesi hem de dış ticareti dev açıklar veriyor. Ancak Çin, Japonya, AB ülkeleri ve hatta Rusya bu açığı finanse ediyor. Nasıl? ABD’nin devlete ait ve özel finansal kâğıtlarını satın alarak.
İnsanlar tüm emperyalistler böyle bir paktı kabul ediyor diye sorabilir. Hatta Perinçek gibi cinler buradan ABD’nin aslında battığını, tepetaklak gittiğini ileri sürebilirler. Ancak böyle bir anlayış emperyalizmi hiç tanımamak demektir. Çünkü emperyalizm ekonomik bir sistem olmaktan çok işgale, şiddete ve askeri güce dayanan bir sömürgecilik modelidir.
AB, Çin, Japonya, Rusya niye ABD’yi finanse ediyor diyorsanız, ABD onlara dünyanın her an her köşesine gidebilecek, Üçüncü Dünya ülkelerine her türlü baskıyı uygulayabilecek, hizadan çıkanları bombalayıp, katledip, işgal edebilecek bir donanma sunuyor. AB böyle bir güç oluşturamaz. Çin de, Rusya da… O yüzden dünyanın en büyük ekonomisi ve ordusu ABD’de olmaya devam edecek. Onlar da emperyalist sistem yıkılmasın diye ABD’yi finanse etmeye devam edecekler. Ta ki yeni bir babayiğit çıkana kadar…
ABD ordusunu en çok Çin’in finanse etmesi bir çelişki değil, çünkü dünya piyasalarının ABD sermayesine açık kalması en çok Çin’in işine geliyor. Eğer Çin ABD hazine kâğıtlarını yıllarca satın almasaydı ABD birkaç trilyonluk savaş bütçesi oluşturup Irak ve Afganistan’a saldırabilir miydi?
Ve çok yalın bir soru: Çin acaba bu saldırıların bir tanesine bile karşı çıktı mı? Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin 1972’den itibaren veto hakkına sahip beş daimi üyeden biri…
Ve Çin, Yugoslavya, Irak, ve Afganistan işgallerinden önce bir kez bile bu veto hakkını kullanmadı.
Bu işin ABD kısmı… Bir de AB kısmı var. Çin AB’nin en büyük ticaret ortağı olmakla birlikte, siyasi arenada da tamamen ortaklar. AB ile Çin’in ABD’nin emperyalist saldırganlığı karşısında tutumu birebir aynıdır. Bazen pasif, bazen de Afganistan’da olduğu gibi aktif destekçilik. Ve Türkiye Çin’e karşı kendi bağımsız gümrük politikasını bile uygulayamamaktadır çünkü AB Türkiye’yi bu konuda da men etmektedir.
Bugün ve öncesinde ABD işbirlikçiliği
11 Eylül’den sonra ABD emperyalizminin önderliğinde başlayan yeni sömürgeci saldırıya Çin karşı çıkmadığı gibi desteklemiştir. İşgal altındaki Irak’taki işbirlikçi işgalcilerin kuklası hükümeti ilk tanıyan, Barzani’yle ilk petrol anlaşmalarını yapan Çin oldu.
Afganistan’daki ABD işgalini ise açıktan destekledi. Bunun karşılığında ABD Doğu Türkistan’daki militanları El Kaide kapsamına aldı ve Doğu Türkistan hareketini terör listesine dâhil etti. ABD ve AB’nin en sevdiği Tibet konusu bile 11 Eylül’den sonra rafa kaldırıldı.
ABD Türkiye’yi işgal etmeye kalksa bizi ilk satacak Çin olur. Nedeni çok basit? Pentagon’un Türkiye’yi işgal bütçesini tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi finanse edecek ve para kazanacak yine Çin olacak. Bu kadar basit… ABD bütçesi ve ordusunu faiz karşılığı besleyen Çin’dir.
Ayrıca Çin ile ABD arasındaki dış politikadaki bu ortaklık çok daha eski yıllara gitmektedir. Çin sosyalist devrimi gerçekleştirdiği ilk yıllarda bile yüzünü hemen Rusya ve Doğu Bloğundan Avrupa ve ABD’ye çevirmiştir. Kore Savaşı’nda bile Çin tüm Kore ordusunun ABD tarafından dağıtılmasını beklemiş, ancak ondan sonra devreye girmiştir.
Vietnam’da ise tam bir ihanet söz konusudur. ABD’nin Vietnam’daki işgaline karşı Vietnamlı komünistler tarihi bir direniş ve Ulusal Kurtuluş Savaşı gerçekleştiriyorken, Çin Vietnam adalarını işgal ediyordu.
Vietnam’daki son ABD birlikleri kovulduktan kısa bir süre sonra ise Çin Vietnam’a saldırdı. Çin’in o dönem ki devlet başkanı Deng Siaoping 1979’da ABD’ye düzenlediği gezide ABD başkanına kayıtlara geçen şu sözü bizzat söylemişti: “Kural dinlemez çocuğun poposuna patlatmanın vakti geldi.”
Bu sözlerden sonra tam 200 bin Çin askeri Vietnam’a girdi. Fransa ve ABD’ye karşı 30 yıldan fazla süren kurtuluş savaşından sonra “kural dinlemez” Vietnam halkı bir de Çin işgaline karşı direnmek zorunda kaldı. Vietnam rakamlarına göre 100 bin, Çin rakamlarına göre ise 30 bin Vietnamlı sivil bu işgal sonucu katledildi. Çin’in bu sömürgeci saldırısının gerekçesi güya Vietnam’da Çinli azınlığın baskı görmesi ve Vietnam’ın “sosyal emperyalizme” hizmet etmesiydi. Ama aslında bu eylem Çin’in uzun süredeir devam eden ABD ile işbirliğinin bir sonucuydu.
İnsanlara garip gelebilir. “Komünist” Çin komünist Vietnam’ı işgal ediyor. Ancak bu 5000 yıllık klasik Çin diplomasisinin doğal sonucudur. Çin’in Üçüncü Dünya’ya ve sosyalist ülkelere düşmanlık gerekçesi özellikle 1960’dan beri hep aynıydı: Sovyet Sosyal Emperyalizmi. Çin’e göre Rusya bir numaralı emperyalist düşmandı. Peki o zaman ne yapmalı? ABD emperyalizmiyle kucaklaşmalı. Bir Üçüncü Dünyalı için bütün emperyalist ülkelere karşı olmak gibi çok yalın bir anlama sahip olan anti-emperyalizm, Çin sözlüğünde nasıl olduysa en has Amerikan müttefikliğine dönüştü.
1972’de Nixon bizzat Çin’e geldi ve Mao’yu ziyaret etti. Bundan sonra aynı yıl Çin BM Güvenlik Konseyi’ne alındı. Özellikle 1972’den sonra Çin’in dış politikası akıllara zarardır. Sözde “sosyal emperyalizmi” engelledi diye Allende’yi katleden Amerikancı faşist Pinochet’yi ABD’den bile önce Çin tanıdı. Che Guevara’nın yanında savaştığı Angolalı ulusal kurtuluşçulara karşı emperyalistleri ve işbirlikçileri destekledi. Gerekçe aynı: Sosyal emperyalizm güçlenir. Sonra Saddam Irak’ta petrolleri millileştirince, FKÖ İsrail’e karşı taarruza geçince ve Türkiye Kıbrıs’a müdahale edince Çin hep karşı çıktı.
Çin: Sömürgeci bir ekonomi
Sonunda olan oldu. Sosyal emperyalizm denen Rusya çöktü. Tam da Çin’in istediği gibi “güçlenmemiş” oldu. Hatta yıkıldı. Çin’in çok “devrimci” stratejisi bir tek işe yaradı. ABD tüm dünyaya el koydu. Ama baki kalan Çin’in ABD yandaşlığı oldu. Bir de Çin en âlâsından sömürgeci ve (artık sosyal mi dersiniz asosyal mi) emperyalist bir güce dönüştü.
Düşünün bir kere 1950’den bugüne kadar Çin tarih boyunca asla ele geçiremediği dev gibi ülkeleri yuttu: Türklerin vatanı Doğu Türkistan, Mançuların ülkesi Mançurya, Moğolların yurdu İç Moğolistan ve Tibet…
Diyelim ki Çin ABD’ye karşı ki değil. Bu yine de yüzölçümünü son 50 yılda iki katına çıkaran sömürgeci bir devletin yayılmacılığını asla meşrulaştırmaz.
Ve son Uygur Türklerine yönelik katliamda ne ABD ne AB ne de Rusya tek bir kınama mesajı yayınlamadı. Binlerce kişi öldü. Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Bu nasıl bir antiemperyalizmdir ki hem işgalcidir hem de tüm sömürgecilerle sarmaş dolaştır.
Ve bu ülke sosyalist falan da değil. Ekonominin yüzde 70’i özel sektörün yani ABD ve AB sermayesinin elinde… Bu oran ABD’de bile daha düşük. Ayrıca resmi rakamlara göre dünyada gelir dağılımının en eşitsiz olduğu ülkelerden biri Çin. Uygur Türkünün yaşadığı büyük petrol zengini özerk bölgede kişi başına gelir yalnızca 2800 dolar, Tibet’te ise 2000 dolar. Peki Hanlıların Şangay’ında ne kadar? Bunun tam 5 katı: 10.500 dolar. Pekin de ise 9000 dolar.
Tipik bir sömürge ekonomisi: Hammadde ve tarımsal ürün kaynağı sömürülen iç bölgelere karşı sömürgecilerin yaşadığı 5 kat zenginlikteki sanayileşmiş kıyı şeridi.
Tarihinde bir kez bile Batılı emperyalistlere karşı savaşmayan bu devletin katliamlarını şimdi antiemperyalist tavır alacak diye destekliyorlar. İyi de ABD işgalcilik yapınca karşı çıkılıyor, Almanya yapınca karşı çıkılıyor, İngiltere yapınca karşı çıkılıyor da, Çin’e niçin karşı çıkmayalım?
Ezilen dünyanın artık Çin’e açacağı bir kredi kalmamıştır.
Çin ezilen dünyanın dostu değildir.
Çin’in büyümesi emperyalizmin büyümesi, Çin’in istikrarı emperyalizmin istikrarıdır.
Gerçeklere yine de gözünü kapatmak isteyen fanatiklere veya ajan ruhlulara son olarak Mao Zedung’un bir sözünü hatırlatalım: “Bir gün Çin emperyalist olursa, ona da karşı çıkınız…”
Bugün karşı çıkmayalım da ne zaman çıkalım? Ali Özsoy
30 Temmuz 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder