7 Mart 2009 Cumartesi

Kırmızı çizgiler kırmızı halı oldu


 Bugün Irak'ta Yarın Türkiye'deAbant Platformu Kürdistan’ı kabul etti...

15-16 Şubat 2009’da Abant Platformu’nun toplantısı gerçekleşti. Platform bu yıl her zamankinden daha büyük bir tartışma yarattı. Çünkü toplantı Erbil’de yapılıyordu. Erbil bilindiği gibi Irak’taki sözde Kürt özerk bölgesinin sözde başkenti. Anlayacağınız toplantı Kürdistan’ın Fethullahçılar tarafından resmen kabulü anlamına anlamına gelecekti.

Eskiden Kuzey Irak’la ilgili kırmızı çizgilerimiz vardı. Bölgede bir Kürt yönetimini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimizi açıklamıştık. Hatta (fiili ya da resmi) her tür Kürt yönetimini savaş nedeni olarak açıklamıştık. Abant Platformu, bütün kırmızı çizgilerimizin çiğnendiği bir “Kürdistan’ı Türklere kabul ettirme toplantısı”na dönüştü.

Her şeyden önce toplantının logosu amacı gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu: İç içe geçmiş üç halka. Biri kırmızı, biri yeşil, diğeri ise sarı. Yani sözde Kürdistan’ın renkleri!

Irak'ta federasyon=Türkiye'de federasyonİç içe geçen halkaların neyi temsil ettiğine bakıyoruz, toplantının kabul ettirmek istediği gerçeği ortaya koyuyor: Irak, Türkiye ve sözde Kürdistan...

Sözde Kürdistan’ın kabul ettirilmesi simgelerle sınırlı kalmıyor. Konuşmacının hemen yanında üç bayrak asılı: Biri Türkiye, diğeri ise Irak bayrağı. Üçüncüsü hangisi dersiniz? ABD mi? Yaklaştınız, ama bilemediniz: Irak’taki Kürt Özerk Bölge Yönetimi’nin bayrağı da asılı toplantıda. Böylece sözde Kürt devleti tanınmış oluyor.

Türk Devleti de resmen temsil ediliyor o toplantıda. Musul Konsolosumuz da toplantının izleyicileri arasında. Üstelik Abant Platformu Erbil’e gelmeden önce Gül’ü de ziyaret etmiş ve desteğini almıştı... Anlayacağınız, toplantı AKP iktidarı tarafından da resmen tanınmış durumda...

Toplantının sonuç bildirgesinin en son maddesi ise en çarpıcı olanı: “Erbil’de bir Türk konsolosluğu ve Ankara’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir temsilciliğinin açılmalıdır.”

Gördünüz mü gelinen noktayı. Devletimizin konsolosunun katıldığı bir toplantıda Türkiye’nin sözde Kürt Devleti’nde konsolos açması gerektiği kararı çıkıyor. Ve o sözde Kürt devletinin ismi de açık açık ilan ediliyor: Kürdistan!

Kürt'ten millet aşiretten devlet olmazFethullahçılar ile PKK arasındaki Kürtçülük yarışı

Erbil toplantısı, Fethullahçıların Kürtçü örgütlenmesini de gözler önüne serdi. Kuzey Irak’ta 10 yılı aşkındır örgütleniyorlar. Erbil, Süleymaniye ve Kerkük’te toplam 10 adet anaokulu, ilköğretim okulu ve liseleri var. Son olarak, Erbil’de Işık Üniversitesi’ni (yani Nur!) kurdular. Işık Üniversitesi’nin rektörü toplantıda konuşanlar arasındaydı.

Bölgede Barzani’ye dayanarak ve ABD’den olur alarak örgütlenen Fethullahçılar, PKK’yla rekabet halindeler. Ancak bu rekabette, PKK’nın bölücülüğüne karşı çıkmıyorlar. Aksine Fethullahçılar bölgede PKK’yla bir bölücülük yarışına girmiş durumdalar.

Tabii, yalnızca Barzani’ye dayanmak Fethullahçıları Kuzey Irak’ta ne kadar götürür bilemeyiz. Barzani desteği en fazla PKK’nın Fethullahçıları yok etmesini engelleyebilir. Çünkü PKK, askeri varlığı ve Türkiye’deki gücüyle ABD’nin önemli silahlarından biri olmaya devam ediyor.

Kürt sorunu yok Kürt istilası varÜstelik PKK, Barzani ve Talabani’yle karşılaştırıldığında ABD’nin hâlâ gözdesi. Neden mi? Kuzey Irak’ta yıllar süren ABD işgaline karşın Barzani ile Talabani’nin kontrol ettiği aşiretler arasında tam bir birlik sağlanmış değil. Yani Kuzey Irak’ta hâlâ Kürt aşiretleri var... PKK ise Güneydoğu Anadolu’da “Kürt realitesi”ni 20 yıldır kabul ettirmiş durumda. Anlayacağınız, ABD’nin kurmak istediği o Kürdistan’ın dayanacağı “Kürt milleti” olgusunu yaratma konusunda, ABD’nin gözünde, PKK daha başarılı. Üstelik PKK’nın ABD’nin bir başka hedefi İran’da da önemli bir gücü var.

ABD Kuzey Irak’ta Fethullahçılığa bir yere kadar izin verir. Sempatiyle izler, bölgenin Kürtleşmesine katkıda bulunduğu sürece göz yumar. Ama son tahlilde, PKK’nın varlığını tercih eder.

Fethullahçıların Kuzey Irak’taki faaliyetleri sonuç olarak sözde Kürt devletinin resmen tanınma sürecini hızlandırıyor o kadar. Ve Kürtçülüğün Türkiye’de daha da fazla meşrulaşmasına neden oluyor. Yani ne yaparlarsa yapsınlar, PKK’nın zeminini güçlendiriyorlar.

Benzer bir durum Türkiye’de de yaşanıyor. 29 Mart yerel seçimlerinde AKP’yi açıktan destekleyen Fethullahçılar, DTP’li adaylara karşı bir Kürtçülük yarışına girdi. Kürtçe TV ve Tayyip’in sürekli “Kürt sorunu”ndan bahsetmesi bu yarışın sonucu.

Fakat bu Kürtçülük yarışı, PKK’yı zayıflatmak bir yana, güçlendiriyor. Bölgede Kürt kimliğinin açıkça kabul edilmesi ve Kürtçülüğün meşrulaştırılması PKK’nın tabanını genişletmesini ve militanlaştırmasına yardımcı oluyor.

Bu durum, Tayyip’in son Diyarbakır mitinginde açık bir şekilde görüldü. DTP’nin çağrısı üzerine, Diyarbakır esnafı mitingi protesto etti ve kepenk kapattı. Cılız bir kalabalık tarafından karşılanan Tayyip de, mitingde çevre illerden otobüslerle getirdiği AKP’li kalabalığa seslenmek zorunda kaldı. Buna rağmen katılım önceki iki Diyarbakır mitingine göre oldukça düşüktü.

Tüm bunlara karşın Tayyip konuşmasında Kürtçülük yarışına devam etti. Konuşması Kürtçe TV’de simultane olarak Kürtçeye çevrilerek canlı yayınlandı. Bol bol Türk-Kürt kardeşliğinden ve Türkiyelilik kimliğinden bahsetti. PKK terörünü kınayacağına PKK’yla mücadeleyi “zulüm” olarak nitelendirdi:

“Dün devletin gücünü istismar edenler, kendilerini devlet zannedenler, bugün hukuk karşısında yapayalnız kaldılar. Geçmişin yanlışları, diriliş ruhumuzu yaralamayacak. Yılların tahribatını düzeltmek zaman alıyor. Zulüm kimseyi abad etmez. Artık bu karanlık filmi izlemek istemiyoruz. Suç örgütleri bu ülkeden elini çeksin.”

Kürt sorununda taviz PKK’lılara yarıyor

Tayyip PKK’ya Kürtçülük konusunda meydan okurken DTP de boş durmadı.

Öncelikle Erbil toplantısının gerçekleştiği gün yaşananları bir hatırlayalım. 15 Şubat, Apo’nun yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinin yıldönümü. PKK Güneydoğu’nun neredeyse bütün illerinde protesto eylemleri düzenledi. Onbinlerce kişinin katıldığı eylemlerde bölücü sloganlar atıldı, Apo posterleri açıldı... Ve güvenlik kuvvetleriyle çatışmalara girildi...

Görüldüğü üzere, AKP’nin ve Fethullahçıların Kürtçü “açılım”ları PKK’ya zarar falan vermemiş. 15 Şubat eylemlerindeki büyük şiddet gösterileri PKK’nın hiç de uslanmadığının bir kanıtı. AKP’lilerin çokça iddia ettiğinin aksine, PKK paniğe kapılmış falan da değil. Eylemlerine hâlâ on binleri katıp polisle çatışmalara girebiliyor. Tayyip’in Diyarbakır mitingine yapılan kepenk kapatma eylemi de bölgedeki gücünü halen koruduğunun bir başka göstergesi.

Tayyip’in mitingine ve Erbil toplantısına PKK’nın bir başka yanıtı ise Meclis’ten geldi. Ahmet Türk, DTP Grubunda Kürtçe konuşma yaptı. Kürtçe konuşma doğal olarak büyük tepki yarattı. Ancak Ahmet Türk’ün yanıtı Türkiye’nin ne hale düştüğünün acı bir göstergesiydi: “Başbakan Kürtçe konuşabiliyorsa ben de konuşabilirim.”

Türkiye’de Kürtçülüğün nasıl geliştiğinin, hangi kanallardan beslendiğinin güzel bir örneği... Kürtçülüğe yıllardır taviz verildi. Bu tavizlerin PKK’yı zayıflatacağı propagandası yapıldı. Ama görüldüğü gibi PKK’ya daha çok özgürlük alanı yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Tayyip’in Kürtçe konuşması ve Kürtçe TV açılması, Kürtçülüğü engellemedi. Aksine DTP’lilerin Kürtçe konuşabilmesinin bahanesi haline geldi.

Sorunun bir kangren haline geldiğini kabul etmek gerekiyor. Sorgulanması gereken bir takım şeyler var. Her şeyden önce, DTP nasıl olur da Meclis’te bir grup toplantısı yapabilir? Ve o toplantı Meclis TV üzerinden nasıl canlı yayınlanabilir? Ahmet Türk Kürtçe konuşmasa ne yazar... Sonuçta PKK’lılar Meclis’te grup kurmuş, propagandasını yapıyor, devletin resmi kanalı da bunu bütün Türkiye’ye canlı yayınlıyor. AKP, Kürtçe TV’de PKK propagandasına izin vermeyeceğim diyor, ama Meclis TV’de PKK propagandası sürekli yapılıyor... Üstelik canlı yayında...

22 Temmuz seçimlerinden önce defalarca uyarıda bulunduk. DTP’nın Meclis’te grup kurmasına engel olun dedik. O dönem DTP’yi engellemeyenler, aflar çıkaranlar, seçimlere katılmasına göz yumanlar bugünkü tablonun esas sorumlusudur. Kimse Ahmet Türk’e kızıp “şov” yapmasın... Siyasi görüşünün gereğini yapıyor. Onun böyle yapacağını bile bile Meclis’e girmesini izleyenlerdedir esas kabahat...

CHP ve MHP’nin zavallı durumu

Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasına CHP’nin yaklaşımı ise içler acısıydı. CHP sözcüsü Özyürek Kürtçe konuşmaya karşı çıkacağına Meclis TV’nin yayını kesmesini eleştirdi: “Bu sansürcülüktür.” Geçenlerde de Baykal “etnik kimlik şerefimizdir” demiş ve poşu takmıştı. Anlaşılan CHP’den yeni bir açılım geliyor... Artık Baykal mı Kürtçe konuşur, yoksa Kürtçe konuşan adaylar mı öne çıkarılır bilemiyoruz.

Ancak CHP istediği kadar Kürtçülük yarışına dahil olmaya kalksın, bugün kendini “Kürt” olarak tanımlayanların çok çok küçük bir azınlığı CHP’ye oy veriyor. Bakın Güneydoğu’ya... Son 20 yılda CHP’nin nasıl eridiğini göreceksiniz. Halbuki son 20 yıl, CHP’nin Kürtçülüğünü sürekli artırdığı, PKK’lı milletvekillerini Meclis’e taşıdığı dönemdir. Bu Kürtçülük yarışının CHP’yi getirdiği yer Güneydoğu’da sıfıra yakın oydur. CHP’nin Kürtçülüğü, bölgeyi Kürtleştirmiştir. İnsanlar Kürtleştikçe de PKK’lı olmuş ve CHP’den kopmuştur. Emin olun, PKK’yla Kürtçülük yarışına giren herkesin sonu aynı olacaktır...

Ya MHP’ye ne demeli? Ahmet Türk’e en büyük tepkiyi onlar verdi. Ancak, onların yıllardır izlediği Kürtçü çizgi hatırlanınca inanılır olmuyor.

MHP, son 20 yıldır Kürtçülüğe verilen bütün tavizleri destekledi. Kürtçe eğitimin serbest bırakılması onların iktidarı döneminde oldu. Apo’yu asacaklarını söyleyerek Meclis’e girdiler, ama idam cezası kaldırıldığında iktidardaydılar. 22 Temmuz seçimlerinde de meydanlarda “ip” attılar, ama AKP’nin Kürtçü uygulamalarına da hiçbir zaman karşı çıkmadılar. Bugün Ahmet Türk’ü Kürtçe konuşmakla suçluyorlar, ama Meclis’te onun elini sıkanlar onlardı. DTP’lilerin milletvekili olarak meşruluk kazanmasına bu şekilde büyük katkıları olmuştu. Kürtçe TV’nin kurulmasına da yeteri kadar karşı çıkmadılar. Anayasa Mahkemesi’ne başvurmadılar mesela...

Üstelik MHP Kürtçe konuşulmasına karşı değil ki. Erciyes kurultayında Kürtçe halay çekmişlerdi. 22 Temmuz’da adaylarının “Kürtçe propaganda” yapabileceği genelgesi yayınlayan tek parti de MHP’ydi. Diyarbakır kongrelerinde de il başkanları Kürtçe konuşmuştu. Türkiye’de milliyetçi geçinen partinin il başkanı Kürtçe konuşursa, Kürtçü partisinin genel başkanı niye konuşmasın?

“Kürt”ü bir kere kabul edersen...

Halbuki Kürtçülükle mücadelenin tek bir yöntemi vardır: Kürt kimliğiyle mücadele etmek... Bunu defalarca yazdık. Olay yaratan “Kürt Sorunu Yok Kürt İstilası Var” yazı dizisinde başyazarımız şöyle demişti (TÜRKSOLU, sayı 90):

“Sorunun kaynağı, teröre, PKK’ya, demokratikleşmeye indirgenemez. Sorunun kaynağı tanımlamadadır. Siz, bir kısım vatandaşa ayrı bir milli kimlik tanırsanız, onlar da bu milli kimliği hakkıyla kullanırlar. Bu nedenle sorun, Kürdü kabul eden çağdışı, bilimden, tarih bilincinden yoksun kafadadır.

Oysa çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardır, sorunun çözümü ise PKK’nın bitirilmesi değil, Türk milletinden bağımsız bir Kürt kimliğinin bitirilmesidir. Hem ayrı bir Kürt kabul etmek, hem de bundan doğan sorunları çözmek, Türk devletinin kendi başına açtığı bir iştir.”

Maalesef uyarılarımız dinlenmedi. Türkiye’de son yıllarda Kürt kimliğini kabul ederek Kürtçülükle mücadele gibi bir yaklaşım egemen oldu. Tehlikenin farkında olmayan pek çok insanımız da bu tuzağa düştü.

Sonuç mu? Sonucun ne olacağını da aynı yazıda vurgulamıştık. Kürt kimliğinin kabulünün Kürt devletini kabul edecek süreci başlattığını söylemiştik:

“Kürtler, azınlık hakkı değil başka bir şey istemektedir. Kürtler, Türk milletinden ayrı bir millet olduklarını, bu nedenle de ikinci milli unsur olarak kabul edilmeyi istemektedirler. Bu, tam da bugünkü Irak’a dayatılandır. Yani hem bir Kürt federe bölgesi, hem de Türkiye Cumhuriyeti üzerinde mutlak bir güç.”

Evet... Yıllardır uyarıyoruz: Bugün Irak’ta, yarın Türkiye’de diye...

Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini desteklersek PKK zayıflar dendi. Sonra Kürt Devleti’nin Türkiye hamiliğinde kurulmasının PKK’nın işine gelmeyeceği söylendi. Ama sonuç olarak son yirmi yılın bir bilançosunu çıkardığımızda şu tablo karşımıza çıkıyor: Kuzey Irak’taki Kürt Devleti bir gerçeklik haline geldikçe PKK büyüdü. Kürt kimliğinin kabullenilmesi de PKK’yı büyüttü. PKK büyüdükçe Türkiye, Kürt Devleti’ne daha çok teslim oldu... Kısacası gerek Kuzey Irak’ta gerekse Türkiye’de Kürtçülüğe verilen tavizler, geri dönülmesi zor bir duruma soktu Türkiye’yi... Güneyimizdeki fiili Kürt Devleti’ni kabullenmiş durumdayız.

Taviz vere vere...

Peki, bugünlere nasıl gelindiğini kısaca hatırlayalım...

Tarih 1988. ABD Dışişleri Bakanlığı “ABD yönetiminin, uluslararası ölçütlere göre, Türkiye’deki Kürtlere ulusal azınlık hakları verilmesinden yana olduğu”nu açıkladı. Türkiye’de siyaset kurumu bu politikanın gereklerini yerine getirmeye başladı: 1991 bir dönüm noktasıydı. Demirel o yıl iktidara geldiğinde ilk iş Diyarbakır’a giderek “Kürt Realitesi”ni tanıdığını açıkladı. Özal da federasyon dahil her şeyin tartışılabileceğini söylemekteydi. SHP ise zaten HEP’lileri Meclis’e taşımıştı...

Ve 1991’den bu yana, Türk milleti, PKK’yla mücadele etmek için Kürt kimliğinin kabul edilmesi gerektiğine ikna edildi... Türk milleti “her Kürt PKK’lı değildir” tezleriyle uyutulurken, PKK, Kürt kimliği temelinde örgütlenmesini sürdürdü. Serbest kalan Kürtlük, PKK’nın tabanını Kürtlük temelinde genişletmesine yardım etti o kadar...

Önce Kürtçeye yönelik her tür yasak kaldırıldı... Sonra Kürtçe eğitim serbest bırakıldı... Apo asılmadı... PKK’lılara defalarca af çıktı... Hapisteki DEP’li milletvekilleri affedildi... Tayyip de Demirel ve Özal’ın izinden gitti ve Diyarbakır’da “Kürt sorununu tanıyoruz” açıklamasını yaptı... TRT’de Kürtçe kanal açıldı...

Kürt kimliğini serbest bırakan bu anlayış, Kürtleşmenin de önünü açtı... Kürtler, adeta bir istila gibi, Türkiye’nin dört bir tarafını Kürtleştirmeye başladı... Yılların Türk köyleri ve kasabaları hızla Kürtleşti... Mersin’i bir hatırlayın... 20 yıl önce nasıldı, şimdi nasıl... Yıllar önce neredeyse hiçbir Kürdün yaşamadığı Mersin’in bugün neredeyse yarısı Kürt! Aynı durum, Ege ve Akdeniz kıyısındaki bütün şehirlerimizde de hızlanarak sürüyor...

Ve tüm bu süreçte Kuzey Irak’ta Kürt devletinin fiili bir gerçeklik haline gelmesine seyirci kalındı. Hatta, bu süreç, PKK’yı zayıflatır diye desteklendi.

Bugünse birileri çıkıp Ahmet Türk’

ün Kürtçe konuşmasını eleştirebiliyor...

Güldürmeyin Allah aşkına... Her tür Kürtçülük serbest, bir tek o mu yasak!

PKK Meclis’te grup kurmuş. PKK’lı olduğu için hapse girmiş biri bugün TBMM Meclis Başkanvekili...

Eskiden aşiret reisi diye muhattap kabul etmediğimiz Talabani’yle, Barzani’yle Tayyip defalarca görüşüyor...

Kuzey Irak’ta Kürt devleti savaş nedeniydi, bugün o devletle birlikte toplantılar düzenleniyor, sözde Kürdistan’ın bayrağının asılı olduğu salona devletin konsolosu oturabiliyor...

Devlet televizyonunda Kürtçe kanal açılıyor... Bu devletin Başbakanı o kanalın açılışında Kürtçe konuşuyor...

Ve Ahmet Türk’ün Meclis’te Kürtçe konuşmasını eleştiriliyor...

20 yıllık sürecin bir sonucudur bu... Dün Kürt kimiğinin karşısında durmayanlar, bugün bunun bedelini ödüyor. Kürtçeyi serbest bırakanlar, adeta ikinci bir resmi dile dönüştürenler, Kürtçe eğitime izin verenler, devlet televizyonuna sokanlar, bugün o Kürtçeyle Meclis toplantısında karşılaşınca kızmasın.

Dün Kürtçülüğün önünü açanlar, bugün Irak’taki Kürt devletini bir gerçeklik olrak kabul etmek zorunda kalıyor...

Dün kırmızı çizgilerimizin bir bir çiğnenmesini seyrettiler... Bugün o kırmızı çizgiler çiğnene çiğnene Kürt Devleti yolunda kırmızı halı oldu.

Bir sonraki aşama: Bütün Türkiye Kürdistan olacak!

Kürtçülük yarışı insanları o kadar çılgına çevirdi ki... Mümtaz’er Türköne “Hepimiz Kürt’üz” demiş... Ancak bununla da yetinmiyor ve devam ediyor:

“Türkiye’deki 72 milyon insan gibi ben de biraz Kürdüm. Bir Kürt gibi düşünüyor, yaşıyor ve geleceğe bakıyorum.”

Ey Mümtaz’er... Kendi adına konuş... Bütün Türkler adına konuşma yetkisini nereden aldın?

Ancak Türköne’nin sözleri bir tehlikeyi ortaya koyuyor. Kürtlüğe verilen tavizler devam ettikçe, bizi bekleyen asıl tehlike şu: Türkiye’de yaşayan herkes bir gün Kürt olacak!..

20 yılda nereden nereye gelindiği ortada... Böyle giderse, bir 20 yıl sonra Türkiye’de herkes Türköne gibi konuşmaya başlayacak:

“Kürt gibi düşünüyor, yaşıyor ve geleceğe bakıyorum.”

Eğer bu süreç durdurulmazsa...


Özgür Erdem ne güzel anlatmış...Teşekkürler Özgür...

Hiç yorum yok: