7 Mart 2009 Cumartesi

Direnişin ruhu: Filistin şiiri

Direnişin ruhu: Filistin şiiri

Zulmü, sürgünleri, acıları, ve elbette direnişi ve umudun ateşini yazan Filistin şiiri...

Direnişin ruhu: Filistin şiiri
Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.

Şiir için toplumsal gelişimin aynası demek abartılı bir ifade olmaz. Çünkü şiirin içeriğinden, yapısal özelliklerine kadar toplumsal gelişim ile şiirin gelişimi arasında bir koşutluk vardır. Her ülke edebiyatında bu ilişki farklı biçim ve içerikte, çeşitli yoğunluklarda, doğrudan ya da dolaylı olarak şiirde yansısını bulmuştur. Ülkelerde yaşanan olaylar, insana ilişkin tüm duygular, büyük ve sarsıcı değişimler, ihtilaller, felaketler... hepsi şiirin konusu olmuştur.

Şiir, elbette hep dışarıya ayna tutmamıştır. Kimi dönemlerde (şimdilerde revaçta olduğu gibi) şairin iç dünyasını da yansıtmıştır ağırlıklı olarak. Başka bir deyişle dış dünyanın, şairin iç dünyasındaki yansımalarının dışavurumu olur şiir. Bu elbette sadece şiir için değil sanatın öteki tüm dalları için de geçerlidir. Bu “içe dönme” zaman zaman gerçek yaşamdan kopmaya kadar varan bir hastalık derekesine varabilir. Hatta kendini “toplumsal” bir bulamaç içinde servis edebilir. Böylesi “sanatsal” çalışmalar, bazen “ruha dokunan” sözcükleri yardıma çağırarak kendi ruhsal hiçliklerini gizlemeye çalışırlar. Ama bunu ne kadar örtbas etse de o “sanattan” yansıyan çoğunlukla intihar parodileri, ölümün kutsanışı, melankoli, karamsarlık, umutsuzluk ve geleceksizliktir. Biz bu çalışmamızda “hastalıklı” sanat icraatlarını bir yana bırakıp, sözü kırbaç altında inleyenlerin özgürlük çığlığı, direniş türküsü olagelen, yaşamın bağrında filizlenen ve kavganın ateşinde pişen şiire, Filistin şiirine bırakalım....


Direnişten doğan şiir


Filistin... Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal” olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegemonyanın en dolaysız ve perdelenmeye bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti... Geçtiğimiz günlerde bu kanlı sayfalara bir yenisi daha eklendi. Filistin'in Gazze bölgesi 2009 yılını kurşun ve bomba yağmuru altında karşıladı. Bu, adeta gelecek günlerin habercisi oldu. “Medeni(!)” Batı ve ABD bu saldırganlığı “meşru savunma” olarak lanse etmeye çalıştıysa da İsrail saldırıları sonucunda öldürülen yüzlerce masum insan, gazetelerden ve TV ekranlarından yansıyan çocuk cesetleri onların riyakarlıklarını açıkça ortaya koyuyordu. Bu kıyımlar yeni değil elbette! Yıllardan beri Doğu halkları bir taraftan emperyalizm ve Siyonizmin saldırganlığına karşı savaşırken öte yandan da kendi aralarındaki gerilimler körüklenerek halklar birbirine kırdırılmakta. Tüm bu çatışmalar elbette şiirde de yansısını bulmuştur. Özellikle Filistin şiirinin direnişten doğduğunu söylersek hiç de abartmış olmayız. Bunda şaşıracak hiçbir şey yok. Tıpkı direnişin içinde yetişen bugünün çocuklarının yarının savaşçıları, ihtilalci sanatçıları olmaları gibi.


Kimlik Kartı
Yaz!
Ben bir Arabım
Kimlik numaram 50.000
Çocuklarım sekiz tane
Dokuzuncusu da sonbaharda gelecek!
Bu seni öfkelendiriyor mu?...

Yaz!
Ben bir Arabım
Yok benim lakabım, soyadım
Öfkeyle dolup taşan bir ülkede
Taşları çatlatır sabrım
Dal budak salmıştı köklerim
Daha doğmadan zaman
Açılmamışken henüz tarihin çağları
Henüz yokken servi ve zeytin ağaçları
Boy atmamışken çimenler.
Babam rençber bir ailedendir
Aristokrat zümreden değil
Dedem de bir çiftçiydi, sıradan
Okumayı öğretmeden önce
Güneşin büyüklüğünü bana öğreten...

Yaz!
Ben bir Arabım.
Sen atalarımın bağlarını,
Çocuklarımla ekip işlediğimiz
Toprağımızı gasp ettin
Bize ve bütün torunlarıma
Bıraka bıraka bu kayaları bıraktın.
Hükümetiniz onları da alacakmış,
Doğru mu?

Öyleyse yaz!
İlk sayfanın başına yaz:
Ben insanlardan nefret etmiyorum
Kimseye de saldırmam
Ama...
Aç korlarsa beni
Korlarsa çırılçıplak,
Yerim etini beni soyanın
Hem de yerim çiğ çiğ.
Açlığımı kolla benim
Ve öfkemi
Damarıma basma.
Mahmud Derviş

Filistin şiirinin künyesi


Filistinli şairler, sanatlarını kendi toplumlarının yaşamlarından ve Filistin davasından asla ayrı tutmazlar. Şiiri büyük bir ustalıkla bu davanın hizmetine koşmuşlardır. Filistinli ozanlar şiiri, sınıf dışı veya politika dışı ilan eden küçük burjuva aydın tavrıyla değil; halkçı, devrimci bir söylem ve ideolojik düzlem üzerinden şekillendirirler. İnsanı, insan yaşamını ve özgürlüğü her şeyin üstünde tutma Filistin şiirinin temel özelliğidir. Mesajlar içerir. Her şeyden önce kendi insanına ve sonra da dünyanın tüm halklarına açık mesajlar verir. İşte bu yüzden de yalın ve açık seçik bir dili vardır.

“Ben aslında kendimi yazmak, çiçekleri yazmak böceklerden bahsetmek isterim. Ama bunlardan bahsedebilmek için öncelikle özgür olmam gerekir. Benim özgür olabilmem için de öncelikle ülkemin özgür olması gerekir” (Mahmud Derviş) Bu aslında Filistin şiirini biçimlendiren temel anlayışın da en yalın ifadesidir.

Her şey gibi şiir de bir kimlik taşır, o şiir bazı hallerde sadece şairinin değil, halkının tarifidir de. Bugün sadece Filistin değil, tüm Arap toplumu bir “kimlik sorunu” yaşamaktadır. Belleksizleştirilen, duyarsızlaştırılan dünya karşısında kimliğini ortaya koymak her zamankinden elzem hale gelmektedir. Şiir burada devreye girer: "Yaz! /Ben Bir Arabım"

Adeta Filistin'in sesidir Mahmud Derviş'in şiiri. Onun özellikle yandaki “Kimlik Kartı” (Bitakat Huvviyye) adlı şiiri ünlüdür. 1964'te yazılan şiir çok geçmeden şarkı sözü haline de getirilmiştir. Öyle ki Arap dünyasında hızla kabul görmüş ve özellikle Filistinliler arasında ezbere bilinir hale gelmiştir. Şiir, İsrailli bir memura hitaben, “seccil” (kaydet, yaz) fiiliyle başlar ve ilerleyen bölümlerde bu yer yer yinelenir. İsraillilerin gözünde çok farklı ve aşağılayıcı anlamları da ifade eden Araplık, şiirde bir kendine güveni ifade etmesiyle farklılaşır. Kendisini hor görene bir meydan okumaya dönüşür adeta. Ki şairin gözünde Arap olmak bir gururdur. Günlük yaşam koşulları bir Arap için her ne kadar zor olsa da şair, kendi kimliğinin onurunu, tarihsel kökenlerini ve özellikle sınıfsal kimliğini de vurgulayarak ortaya koyar.

Yine Derviş'in yanda göreceğiniz (Arap Olduğum İçin) şiiri de Arap olmanın ne anlama geldiğini dile getirir. Ancak bu kimlik artık etnik bir anlamın ötesinde, özgürlük ve mücadeleyle yoğrulan direngen bir kimliğe tekabül eder.


Vatansız Filistinli

İsrail pazarlarında, ipe asılı Arapların oyuncaklarını satarlar. Kendi çocuklarına ipte sallanan bir ölünün oyuncağını tutuşturmak İsrail Siyonizminin ne menem bir ideoloji olduğunu anlamaya yeter de artar. Salim Jabran, “Ezilmek İstenen Halk” adlı şiirinde bu trajik manzarayı eleştirir. Bunu yaparken de Nazi Almanyası'nda katledilen Yahudilere atıfta bulunur:


Asılı bir adamı
Oyuncak diye satıyorlar
pazar yerinde.
Hayır, hiç koşma
boşuna arama!
Söyle yavruna
satılıp bitti oyuncaklar.
Ah siz ölüler
Nazi kamplarında ölenler
Asılı olan Berlin'de bir Yahudi değil!
Asılı olan
bir Arap, halkımdan biri -benim gibi-
Sizin kardeşlerinizin astığı
Ah siz ölüler
Nazi kamplarında yatanlar
Bir bilseydiniz
Bir bilseydiniz...


Sanıyorum vatan özlemini Filistin şiirinden daha güçlü bir biçimde dile getiren başka bir şiir yoktur! Filistin şiiri, bunu dünyanın gözleri önünde acımasızca yapılan katliamlara, yapayalnız bırakılmalara rağmen durmadan dile getirir. Tüm halklara tek bir çağrı içerir aslında: Zulme boyun eğmeyin, direnin!


Yurdumda ölmek bana yeter,
Gömülmek yurdumun toprağına,
Toprakta dağılmak,
Karışmak toprağa, yok olmak,
Sonra dönmek bir gün yeryüzüne tekrar
Bir yeşil ot olarak...
Ülkemde büyüyen bir çocuğun elinde
Bir demet çiçek olarak.
(Fedva Tukan, Yeter Bana)



Arap Olduğum İçin
Tek kişilik bir hücredeyim şimdi,
Nedenini mi soruyorsunuz bayım?
Çünkü ben
Ruhunu satmayı reddetmiş
Özgürlüğü uğruna savaşmış bir Arabım...
Çünkü ben halkının ezilmesine direnen
Barışı yiğit bir dost gibi seven
Her yanda pusu kurmuş ölümden korkmayan
İnsanların kardeşçe yaşamasını isteyen bir Arabım
İşte bayım, bu nedenle
Bu tek kişilik hücredeyim şimdi...
Mahmud Derviş

Filistin'de kadın olmak


Filistin mücadelesinde kadınların bambaşka bir yeri vardır. Onlar sadece direnişçi kocalarını destekleyen, kamplarda çocuk yetiştirip yemek pişiren silik kişiler değildir. Her biri yaşamın olanca rengini içinde taşır. Kendilerini dünya üzerinde çoğunlukla yapayalnız hissetseler de dünyanın tüm ezilmiş halklarıyla gönülbirliği içindedirler; bu, Filistinli kadın şair Maj Sayyegh'den şöyle dile gelir:
Filistinli bir kadın olmanın daima özel bir anlamı olmuştur benim için. Bilir misiniz, bazen saydam bir varlık gibi hissederim kendimi... Bütün dünyayı içime alabilirim. Dünyanın bütün dertlerini acılarını... Bu, yaşadıklarım yani, bana tarifsiz bir bilinç kazandırır. Diğer insanların sorunlarına ve aşağılanmalarına karşı duyarlıyımdır. Kendi insanlarım için hissettiklerimi, dünyanın bütün ezilen halkları için de hissederim.
Filistinli kadının metaneti ve cesareti birçok şiire konu olmuştur. Sabina adlı yaşlı bir kadının askerler tarafından işkence edilen oğlunu kurtarmaya çalışmasının hikaye edildiği şu şiir gibi:


Sabina yaşlı kadın
Altmış yaşında... Kalbi yeşil yeşil
sanki yaşlı bir ağaç gibi
Dünya kadar yaşlı
Oğlu, dokuz yaşına basacak yakında
Fakat biliyor taşın nasıl fırlatılacağını
Nasıl bağlanacağını da
Ah Filistin...
Düşman dövdükçe anne haykırdı
Bırakın oğlumu
Oğlumu bırakın
Fakat şeytan sadece güldü
Ve dedi ki:
Dinle yaşlı kadın!
Kim karşı çıkarsa, bil ki öldürülür
Derken anne kaptı bıçağı
Ve adam elini kaldıramadan
Bıçağı şeytanın kalbine sapladı.
(Ebu Sadık Hüseyni)



Tarihin şiire aksedişi


Filistin toprakları, yüz yıllardır bu bölgeye egemen olan devletlerce talan edilmiş. Kimi zaman ticari değeri, kimi zaman stratejik önemi, kimi zaman da din sebep olmuş buna. Bütün bu zor koşullar halkta dayanışma ve direnme koşullarını güçlendirir:


Ne
yok edebilir
Savaşan halktaki
dayanışmayı?
Hangi savaş
çalabilir
Bir halkın vatanını
Buradan
-Unutmuşa benzerler-
Bin işgalci geçti
Eriyip giderek
Kar gibi.
(Tevfik El Zeyyat, Kar)


Filistinlilerin tarihten öğrendiği en önemli şey; en olanaksız koşullarda bile yaşamaktır. Ama bu yaşam, soluk almak adına, ne diz çöker egemenler ve işgalciler karşında ne de başka bir boyunduruğu kabul eder. Bu öyle bir anlayış ki tüm dünyayı kucaklar:


Bizim doğduğumuz gün
direniş de doğdu
Sen sevin gökyüzü...
Biz buradayız, için rahat olsun
Sen sevin yeryüzü.
(Semih El Kasım, Şafağı Beklerken)


En modern silahlarla donatılmış ordular karşısında diz çökmektense ölmeyi yeğleyen bir direnişin senfonisidir Filistin şiiri. O ki umudunu, acılarından damıtmayı öğrenmiştir. Gelecek kuşaklar da ondan çok şey öğrenecektir. Bu diyalektik bir yasa gibi işler ve tüm haksızlıklar karşısında bir gün mutlaka kazanılacağına olan bir inançla parıldar:


Yaramın üstünde yürümeyi öğretti
bana cellatın bıçağı.
Yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi.
Direnmeyi öğretti
direnmeyi...



İhanet!..


İsrail devletinin kuruluşu tüm Filistin halkı için tarifsiz acıların ve kıyımların başlangıcıdır. O tarihten itibaren artık hiçbir Filistinli güvenle başını yastığa koyamayacak, rahat uyku uyuyamayacak, geceler korkunç belirsizliklere açılacaktır. Düne kadar Nazi katliamlarında itlaf edilen Yahudiler misafir gibi karşılandıkları Filistin topraklarını daha birkaç yıl geçmeden işgale girişirler. Filistinliler öldürülür, zorla evlerinden, yurtlarından sürgün edilirler. Fedva Tukan bu durumu şöyle dile getirecektir “Vatanıma Sesleniş” adlı şiirinde:


Ölümü ve ihaneti gördüğümüz gün
su çekilmeye başladı
kapandı gökyüzü
kent soluğunu tuttu...
Çıktı ortaya çırılçıplak
tüm üzüntüsü kentimin
Yeşil adımlarla...
Ah benim sessiz ve mahzun kentim...


Aynı konuyu işleyen bir başka şiirde de bu durum şöyle anlatılır:


Yüz yıllar boyu kapımı konuklara açık tutmuştum
Ne ki gün gelip açınca gözlerimi
Görünce yağma edilmiş tarlaları
ve bir ağaca asılmış sevgili karımı
kırbaç izleri oğlumun sırtındaki
anladım konuklarımın ne olduklarını
Eşiğime mayın gömdüm, belime bıçak
Yirminci yüzyılda kimse oradan geçemeyecek...
(Semih El Kasım, Yirminci Yüzyılda)


Ortaya çıkan manzara ne kadar yaralayıcı olursa olsun, umuda dokunamayacaktır hiçbir güç. Özgürlüğüne duyulan inanç ve arzu asla sarsılmayacaktır:


Sevgili vatanım
ne denli yuvarlasalar da
yollarında senin
acının ve eziyetin taşlarını
Asla varamayacak elleri gözlerine senin
Çünkü sizin ezilmek istenen umudunuzdan
sizin saygın büyüklüğünüzden
Sizin çalınmış gülücüklerinizden
Sizin yavrularınızın gözlerinden
Tüm yıkıntılar içinden
Çektirilen işkencelerden
Kana bulanmış duvarlardan
Ölüm kalım arası beklemelerden
Yepyeni bir yaşam doğacak!
Vatanım, derin yaram, tek sevgim benim...


Siyonistlerin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, başta İngiltere, ABD ve kimi Avrupa devletlerinin de desteğini alarak giriştikleri bu işgal harekatını tüm dünya sessizce izler. İşgalden sonra Filistinliler uzun süre Arap ülkelerinin bu haksızlığa müdahale etmelerini umarlar, Arap ordularının gelip onları kurtaracaklarına inanırlar; ancak emperyalist devletlerin kuklası olan (ve hala da öyle olan) çoğu Arap devleti buna seyirci kalmayı yeğleyecek, hatta kendilerine sığınan Filistinli mültecileri tehlikeli unsurlar olarak algılayıp yalıtacak, daha sonra da onları kendi topraklarından kovacaklardır.


Kekik Dağı söylesin sevdamızı


Yalnız kalan Filistin halkı ve onun direniş örgütleri kendi külllerinden anıtsal bir direniş yaratacaktır: İntifada... (1987) Filistin direnişinin adıdır İntifada. Yok edilmek istenen bir halkın, düşmanın tüm askeri, lojistik avantajlarına rağmen topyekün ayağa kalkışının adıdır. İntifada Filistin'in yeni umudunun adıdır... Belki de İntifada ruhunu en iyi anlatan şiirlerden biridir Mahmud Derviş'in “Ahmed Zaatar” adlı şiiri. Ahmet adı, yıllarca sürgüne gönderilen, öldürülen, Filistin'in sayısız direnişçisinin hayali bir sembolüdür. Tel Zaatar (Kekik Dağı), Beyrut'ta bulunan bir mülteci kampıdır. Lübnan iç savaşı sırasında iki ay kuşatma altında kalan kamp, güç koşullara ve yokluklara rağmen direngenliği ile Filistinlilerin direniş sembolü haline gelmiştir. Şair söz konusu kampa bir kişilik kazandırmış ve onu temsili düzeyde, destansı bir söyleyişle dizelere dökmüştür:


Doğuyorum yine o eski yaralardan
Sokuluyorum toprağa
Bütün ayrıntılarını görünceye dek
Doğuyorum yine
Denizin taştığı yıl
Kül olmuş kentlerden
Kendimi yapayalnız bulduğum
Ben Arap Ahmed.
Gelsin kuşatmacılar!
Kaledir benim gövdem
Gelsin kuşatmacılar!
Ateş hattıyım ben
Kuşatacağım onları
Çünkü göğsüm sığınaktır halkıma
Gelsin kuşatma!


Bir şair yaşadığı tüm coğrafyanın etki alanından çıkıp başka bir yere, hayal aleminde şekillendirdiği düşsel bir kente sığınabilir mi?! Derviş, yaşadığı dehşet karşısında şiire sığınmaya çalışır, ama işgallerin hiçbir zaman sadece toprakla sınırlı kalmadığını, insanların ruhlarının hatta düşlerinin bile işgalden nasiplendiğini söylüyor:


Şiirlere sığınıyorum
düşlere
Anlıyorum çok geçmeden
Düşlerime kadar girmiş bıçaklar.
Bir mum yakıyorum
kapanmayan yaramdan.
Bu gece
bütün çakıl taşları soluyor.


Her şey reddetmekle başlar! İnsanlar yaşadıkları haksızlıklara ses çıkarmaya başladıkları anda özgürlükleri için mücade etmeye başlamışlar demektir. İtiraz etmek, reddetmek, hayır demek.. Ahmet Zaatar, yani Filistin halkı, boyunduruğu, işgali reddettikçe güçlenmekte, onurunu yükselmektedir:


Kekikten ve taştan Ahmed
Yükseleceksin
Hayır! diyerek
Derinden esvap yapacak
Kırlardan gelen köylüler
zalimleri ortadan kaldırmaya.
Bir çiçek olacak yumruğun
Bir bomba
her gün hayır! demek için kalkan.
Kılıçlardan kesik kesik gövden
yeniden yapılacak
doğacak güneşlerden
ve dalgalarla nikâhlanacak
giyotin altında.
Hayır! diyeceksin
Hayır!

Arap Ahmed, diren!
Kuşatma altında ilerleyeceğiz
Ulaşıncaya dek kıyısına ekmeğin ve dalgaların.
Öleceğiz düşü uğruna
Bir yurdun
Ve bekleyen yaseminlerin.


Özellikle sürgün önemli bir yer tutar Filistin şiirinde. Ancak sürgüne gönderilen Filistinliler bir gün vatanlarına geri dönecekleri umudunu asla kaybetmezler ve bu inanç da şiirde ete kemiğe bürünür:


Gene geleceğiz
Karşılaşmanın yollarında.
Bir bülbül kulağıma fısıldadı:
Gene geleceğiz.
Bülbüller oralarda yaşarlar henüz.
Şakırlar yazılarımızda.
Gene geleceğiz
Gölgeleri arasında özlemin,
Yadırgamanın mezarlarında
Bizim yerimiz de var, bu kesin.
Yorulma gönül,
dönüşün yollarında, çökme sakın.
Gene geleceğiz, gene.
(Abu Salma, Gene Geleceğiz)


Kuşkusuz geri gelecekler, sürgünler eninde sonunda evlerine dönecek. Yalnız kalan, açık bir hapishaneye kapatılan Gazzelilerle ve diğer tüm Filistinlilerle buluştuğunda ellerimiz, artık daha güçlü olacağız ezenlerin karşısında, yıkılmaz bir ağaç gibi:


Devrildi mi ağaç?
Hoşgör bizi kızıl kaynak,
Hoşgör bizi kalaydan şarapla sunulan kök,
Kayalıklar gibi dimdik inen kök...
Dikilecek ağaç yeniden!
Ağaç dikilecek ve dalları güçlenip yeşillenecek,
Bir kahkaha yollar gibi güneşe
Yaprak verecek
Ve kuşlar geri gelecek
Kuşlar geri gelecek...



Doğunun halleri


Sanırım kutsal sayılan kitaplarda da anlatılan en eski söylencelerden biri olan Habil ile Kabil'in kavgasının bir benzerinin 20. yüzyılda Filistin'in işgaliyle birlikte yeniden ve daha trajik biçimlerde tekrar ettiğini söylersek yanlış bir benzetme yapmış olmayız. Arap ülkelerinin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal durumu en iyi resmeden şair Suriyeli Nizar Kabbani olsa gerek:


Doğunun gecelerinde
Eriyip de ay tamamına, olduğunda dolunay
Soyunur Doğu, her türlü asaletten
ve mücadele azminden...
Çünkü milyonlar, yalınayak koşan
ve dört karıya inanan
Ve kıyamet gününe
Ekmeği ancak düşünde gören milyonlar
Geceleri öksürükten yapılmış evlerde oturan
İlacın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyen milyonlar
Işığın altında dönüşüverirler ölüye...
(Nizar Kabbani, Ekmek Haşhaş ve Ay)


“Meta yu'linune vefate'l- 'Arab” (Arapların Ölüm Haberini Ne Zaman Duyuracaklar) adlı bir başka şiirinde bu tarifi daha da keskinleştirir. Düşlerde resmedilen, arzulanan birleşik “Arap ülkeleri” imgesi ile gerçek Ortadoğu coğrafyası arasındaki tezatlık bu şiirde açıkça ortaya çıkar:


Çocukluğumdan beri çabalıyorum resmini çizmeye ülkelerin,
Adlandırılan Arap ülkeleri diye, mecazen
...
Ülkelerin resmini çizmeye çalışıyorum
Bir aşk kentini resmetmeye çalışıyorum
Bütün komplekslerden arınmış
Orada ne dişiliği boğazlamak var
Ne de cesetlere saldırmak.


Bu şiirde Arap imgesinin kimi toplumlarda yer etmiş çeşitli olumsuz çağrışımlarını acı bir alayla eleştirir, aynı zamanda savaş karşıtlığını ve uğradığı baskıları da dillendirir:


Çabalıyorum çocukluğumdan beri
Açmaya yaseminden bir gökyüzü
Ve sonunda kurdum ilk aşk otelini...
Bütün Arapların tarihinde...
Konuk etsin diye aşıkları...
Ve bütün eski savaşları kaldırdım
Erkeklerle kadınlar arasındaki
Güvercinle güvercini boğazlayanlar arasındaki
Mermerle mermerin beyazlığını yaralayanlar arasındaki
Ama onlar kapattılar otelimi...
Dediler ki aşk yakışmaz Arapların geçmişine
Arapların temizliğine
Arapların mirasına...
Hayret doğrusu!!!


Şiirin önemli bir diğer yönü de güçlü bir tarih bilgisine ve keskin bir gözleme dayanıyor olmasıdır. Kör inançlara ve cehalete de vurur Kabbani! Bu vesileyle kendi toplumu adına bir özeleştiri yapmayı da ihmal etmez:


Elli yıldır ben
Arapların halini izliyorum
Gürlüyorlar ama yağmıyorlar
Savaşlara giriyorlar ama çıkamıyorlar
...
Ordular gördüm orduya benzemez
Fetihler gördüm fethe benzemez
Ve izledim bütün savaşları televizyon ekranlarından
Ölüler var televizyon ekranında...
Yaralılar var televizyon ekranında...
Ve Allah'ın yardımı geliyor bize...
televizyon ekranında...

Ey vatanım korku filmi haline getirdiler seni
Akşamları izlediğimiz
Peki nasıl görürüz seni, keserlerse elektriği???


Kabbani'nin bu şiiri doğrudan Filistin'i anlatmasa da, onu ve onun dolayımıyla ortaya çıkan sorunları, bölgede birbirine düşürülen halkları, iç savaşları anlatması bakımından önemli.


Dostlarım
Başkaldırmıyorsa, neye yarar şiir?
Azgınları ve azgınlıkları yıkmıyorsa, neye yarar şiir?
Zamanı ve mekânı
Sarsmıyorsa, neye yarar şiir?
Satrapların başındaki tacı
Yere çalmıyorsa neye yarar şiir?
(Nizar Kabbani, Yasaklanmış Şiirler)



Şairin yolu


Son olarak şunu belirtelim: Filistin şiiri, Filistin davasının sadece duygusal yönünü değil düşünsel yönünü de ifade eder. Hatta diyebiliriz ki teknolojik olanakların günümüzdeki kadar gelişkin olmadığı 20. yüzyılda Filistin sorununun dünya kamuoyuna anlatılmasında Filistinli şairlerin çok önemli katkıları olmuştur. Yine altını çizmek gerekirse, Filistinli şairler, mücadele için dışardan gazel okuyan seçkinler değillerdir. Her biri mücadele koşullarında yetişmiş ve neredeyse tamamı sürgün hayatı yaşamıştır. Onlar, hem gerçek savaşım cephesinde hem de sanat cephesinde Filistin bayrağını yükseltmişlerdir. Bütün dünyaya Ortadoğu'da oynanan kirli oyunları, Siyonist zulmünü, sürgünleri, acıları, yıkımları, ölümleri ve elbette baş eğmez direngenliği, umudun ateşini, vazgeçmeyişi, inancı... şiirin diliyle anlatmayı başarmışlardır.


Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
“Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!”



Kaynakça:
1. Rahmi Er, Çağdaş Arap Edebiyatı seçkisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2004
2. Mim Kemal Öke, Filistin Şiiri, Evrensel Basım Yay. İstanbul, 2002
3. Gürhan Uçkan, Üç Kıtadan Sesler (şiir seçkisi), Yarın yay., Ankara, 1983
4. George Thomson, Şiir sanatı, Çev: Cevat Çapan, Üç Çiçek Yay., 1984
5. Alexander Flores, İntifada, Çev: Süleyman Çetinkaya, Çizgi Yay. İstanbul, 1991
6. Eric Rouleau, Vatansız Filistinli, Çev: Aydın Emeç, Hür Yay., 1979
7. Ingels Bent – James Downing, Geri Döneceğiz: Mülteci Kamplarında Filistinli Kadınlar, Çev: Tunç Soyer, Kıyı Yay., İstanbul, 1987

Hiç yorum yok: