İHSAN ÇARALAN
Kafkasya’da Rusya ve Gürcistan çatışıyor; Başbakan, “Biz arabulucu olalım” diye soluğu Moskova’da alıyor. “Yandaş basın”, Türkiye’nin bölgedeki “büyük inisiyatifi”nden, aktif girişimlerle, “bölgenin lider ülkesi” olduğunu kanıtladığı propagandası yapıyor. Aradan bir-iki hafta geçince, olayların yönünü belirleyenler masada konuşurken, bakıyorsunuz Türkiye’nin esamisi okunmuyor.
İsrail-Filistin sorununda ya da Suriye-Filistin sorununda bir adım atılacak oluyor, yine Başbakan ve Cumhurbaşkanı ortaya atılıyor; “Biz arabulucuyuz” diye o başkent senin bu başkent benim dolaşıyorlar. Ama İsrail’in Filistin’e saldırmak için hazırlıklar yaptığını bile fark etmeyen bu aracılar, bir de kedilerini ihanete uğramış göstererek, girdikleri labirentten “Davos vakası” ile sıyrılmak istiyorlar. Fakat İsrail-Suriye arabuluculuğu macerası da böylece sonlanıyor.
Nihayet ABD, İran’la sorunlarını “masada konuşmak” istediğini açıklıyor; bizimkiler yine “Biz arabulucuyuz”, “Zaten Bush zamanından beri bunu yapıyoruz” filan diyerek kendilerini ortaya atıyorlar. Yandaş basın AKP Hükümeti’nin dış politikadaki ataklarını övmeye girişiyor. Ama bu sefer İran’dan geliyor açıklama.
Cumhurbaşkanı’nın “Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün zirvesi için gittiği toplantıda, “arabulucu Gül”ün tutunma tepki gösteren İranlılar, “arabuluculuğu” açıkça reddettiler. Dahası, Türkiye’nin bu role soyunmasına ve ABD ile ilişkilerini geliştirerek bölgede ABD’nin stratejik müttefiki olmasına da sert biçimde karşı çıktılar. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat; “Arabulucuya ihtiyaç yoktur. Eğer adalet ve saygı olsaydı dünyada çözülmedik sorun kalmazdı” diye, Gül’e gayet net bir yanıt verdi. Dahası Ayetullah Hamaneyn, “İslamın düşmanları İslamın sancağını İran’ın elinden almak istiyor” diyerek, daha çok da Türkiye’yi ima ettiğini gösteren bir açıklamayla, bölgenin gerçeklerini hatırlattı.
Çünkü bölge halkları artık, hem ABD’nin strateji müttefiki olmayı hem de bir arabulucu rolü oynamayı, Truva atı rolü olarak görüyorlar. Saddam’ın başına gelenler ve Filistin’de olanlar; böyle bir rolün olamayacağını, olursa uğursuz bir rol olacağını herkese açıkça gösterdi.
Hele İran gibi 2 bin 500 yıla dayanan bir devlet ve diplomasi geleneği olan bir ülkenin, Türkiye’nin tamamen Amerikan stratejisi etrafında girişeceği bir “arabuluculuk” rolünün, sadece ABD’nin İran’a yönelik dayatmalarının dünya kamuoyu gözünde meşruiyet sağlama girişimi olacağını anlamaması beklenemezdi. Hele bunu, “Biz ABD’nin stratejik müttefikiyiz. ABD en büyük dostumuz” söylevleriyle birilikte yapmaya kalkmak, İran yönetiminin zekasını küçümsemektir.
Dahası, ABD’nin Obama ile yenilemeye giriştiği stratejisinin; Türkiye’yi bölgenin “lider ülkesi”, “bölge gücü” ilan etmesiyle, aslında İran’la Türkiye’yi bölge gücü olma konusunda rekabete sokmak olduğunu anlamamak için dünyanın gidişatını anlamamak demektir.
Hamaneyn’in, “İslamın düşmanları İslamın bayrağını İran’ın elinden almak istiyorlar” suçlamasının hedefi, bir yandan ABD ise daha somut olarak Türkiye’dir.
ABD’ye yakınlaşan ve bölgede güç gösterisine girişecek, ABD’nin taşeronluğuna soyunacak bir Türkiye’nin İran’la dünkü kadar bile yakın olması zordur. Bundan sonra Türkiye-İran rekabeti öne çıkacaktır. Bush’un İran’ı kuşatarak ve tehditle yapamadığını Obama, Türkiye’yi yedekleyerek yapmak isteyecektir. Bölge gerçekleri göz önüne alındığında, ABD’nin işine gelen de ikincisidir.
Bu yüzden de Türkiye-İran ilişkilerinde, dostluk ve yakınlaşmadan çok “kimin bölgesel güç”, “kimin lider ülke” rekabetinin etkili olacağını söylemek bir kehanet olmaz!
13 Mart 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder