28 Haziran 2009 Pazar

Amasya Genelgesi: Türk’e örgütlenme çağrısı

22 Haziran Türk Devrim tarihi için önemli bir gün: Amasya Genelgesinin yayınlanmasının 90. yıldönümü. Amasya Genelgesi hem Türk Devrim Tarihi için çok önemli bir belge, hem de Kürtçü ve Şeriatçı çevrelerin Kurtuluş Savaşı ve Atatürk hakkındaki tezlerinin ne kadar yanlış olduğunun kanıtı...

Bilindiği gibi, Mustafa Kemal’in Samsun’a giderken görevi Samsun ve çevresinde olası bir Rum ayaklanmasına ya da Yunan işgaline karşı örgütlenen Türk çetelerini denetleyip engellemektir. Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından “milli uyanışı durdurmakla” görevlendirilmiştir. Ancak Mustafa Kemal, Samsun’a iner inmez verilen görevin aksini yapar. “Milli uyanışı” durdurmak bir yana artırılmasını isteyen telgraflar çekmeye başlar.

Tabii İstanbul Hükümeti telaşlanır ve Mustafa Kemal’i anında uyarır. Samsun civarındaki İngilizlerin şikayetleri de gelince 8 Haziran’da geri çağırır.

Mustafa Kemal ise bu emre de karşı gelir. İstanbul’a geri dönmez. Ancak zamanının azaldığının farkındadır. Engellemelerle karşılaşacağı ortadadır. Kısa bir süre sonra askerlik görevinin sona erdirileceğini bilmektedir. Acilen bir örgütlenme kurmalı, rütbesine değil, Türk milletinin örgütlenmesine dayanmalıdır. İşte Amasya Genelgesi, bu örgütlen için ilk çağrıdır.

İhtilâl Bildirgesi

21-22 Haziran gecesinde Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’le birlikte Amasya’ya gelir. Refet Paşa da zaten Samsun’dan beri Mustafa Kemal’ledir. Amasya Genelgesinin metnini hazırlayan Mustafa Kemal, arkadaşlarının da imzalamasını ister. Metin Kâzım Karabekir Paşa ve Mersinli Cemal Paşa’nın da telgrafla onayı alındıktan sonra yurt çapına duyurulur. Metin şöyledir:

1- Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

2- İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.

3- Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

4- Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için her türlü baskı ve kontroldan uzak millî bir hey’etin varlığı zarurîdir.

5- Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

6- Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir.

7- Her ihtimale karşı, bu mesele millî bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler, gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.

8- Doğu illeri adına, 10 Temmuzda, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.

Görüldüğü gibi Amasya Genelgesi tam bir “İhtilâl Bildirgesi”dir... İstanbul Hükümeti’nin çaresizliği eleştirilmekte, kurtuluşun tek yolunun milletin azim ve kararı olduğu söylenmekte ve Türk milletine örgütlenme çağrısı yapılarak Erzurum ve Sivas’ta kongreler düzenleneceği bildirilmektedir. Herkesin mandacılık ve İngiliz işbirlikçiliği yaptığı bir dönemde “bağımsızlık”tan bahsetmektedir.

Şeriatçı tarih çarpıtmasına yanıt

Amasya Genelgesi, Kurtuluş Savaşı’yla ilgili Şeriatçı çarpıtmaların yanlışlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Örneğin, “Mustafa Kemal ‘Padişahı ve Hilafeti kurtaracağım’ diye yola çıktı. Halkın dini duygularını kullandı.” efsanesine bir son vermektedir.

Buyurun metni bir kez daha baştan sona okuyun. “Padişah’ı kurtarmak” ya da “İslamlık” geçmiyor. Aksine, sürekli olarak “millet”e vurgu yapılıyor. Üstelik o dönemin siyasi literatüründe Padişah’a methiyeler düzmek, İslamlıktan bahsetmek, Hilafete dayanmak son derece yaygındı.

Mustafa Kemal’in bu Genelgede kullandığı üslup başlı başına bir devrimdir. İçerik ise tam bir meydan okumadır. İstanbul’da İngiliz işbirlikçiliğinin hakim olduğu, vatansever paşalarda dahi mandacılığın yaygınlaştığı o günlerde kurtuluşun “millet”te olduğunu söylemek, “vatanın bağımsızlığı”ndan bahsetmek büyük bir cesarettir. Devrimdir...

Üstelik Mustafa Kemal, bu Genelgeyle amaçlarını ilk kez net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ama hiç de Şeriatçı yazarların iddia ettiği gibi “takiyye” yapmamakta, ne istediğini gayet net bir şekilde evirip çevirmeden ortaya koymaktadır. Türk Devrimi’nin milliyetçi lideri olduğunu da göstermektedir. Çünkü kurtuluşu Türk milletinde aramakta ve bağımsızlığı kazanma amacında olduğunu söylemektedir.

Tek önder Mustafa Kemal’dir

Bir diğer Şeriatçı çarpıtma ise Kurtuluş Savaşı’nda Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Refet gibi paşalarla Rauf Bey’in de önemli katkısı olduğu, daha sonra Atatürk tarafından bu paşaların da ihanete uğradığıdır.

Amasya Genelgesi aslında bu çarpıtmaya da son vermektedir. Genelgenin nasıl hazırlandığını Mustafa Kemal Nutuk’ta ayrıntılı bir şekilde anlatır. Amasya Genelgesinin ilk taslağında sözü geçen paşaların hiçbirinin imzası yoktur. Üstelik Mustafa Kemal, “milli kongre” çağrısını ilk Amasya Genelgesinde dile getirmemiştir, Samsun’a çıktığından beri yapmaktadır. Örneğin 18 Haziran’da Edirne’ye gönderdiği bir telgrafta Sivas’ta bir kongre düzenlenip bütün kurtuluş çabalarının tek bir çatı altında toplanacağı haberini vermiştir.

Nitekim, tanık olanların anlattığına ve Mustafa Kemal’in Nutuk’ta ifade ettiğine göre, Rauf Orbay da Refet Bele de Genelgeyi başta imzalamak istemez. Rauf Bey’i Mustafa Kemal ikna eder. Refet Paşa ise çekindiği için belli belirsiz bir imza atmakla yetinir. Ve bir kongre toplanmasının amacını anlayamadığını söyler.

Mustafa Kemal İstanbul Hükümetini eleştirmekte, kurtuluşu millette gördüğünü ve milli bir kongre düzenleneceğini söyleyerek aslında milli bir devlet, bir cumhuriyet kuracağının sinyallerini vermektedir. İleride Cumhuriyet’in kuruluşuna da karşı çıkacak bu paşalar o günden ayak diremeye başlamıştır... Kurtuluş Savaşı’nın asıl liderinin kendisi olduğunu iddia eden Kâzım Karabekir ise Genelgenin ne hazırlığında ne de imza aşamasında bulunmuştur. Telgrafla onay vermiştir.

Görüldüğü üzere, Kurtuluş Savaşı’nın Mustafa Kemal’in başında bulunduğu 4-5 paşalık bir heyet tarafından örgütlendiği ve yönetildiği tezleri yanlıştır. Aksine, başından itibaren örgütlenme Mustafa Kemal tarafından yapılmakta, programı O’nun tarafından belirlenmekte, diğer paşaların siyasi ufku kurtuluşun milli örgütlenmede olduğunu kavramaya yetmemektedir.

Amasya Genelgesi başka bir Şeriatçı çarpıtmayı daha tarihin tozlu yapraklarına göndermektedir: “Vahdettin, Mustafa Kemal’i milli uyanışı örgütlesin diye Samsun’a gönderdi.” Halbuki Mustafa Kemal Samsun’a vardıktan hemen sonra, 28 Mayıs’ta İstanbul’a geri çağırılmıştır. Ve Samsun’a çıktıktan çok değil bir ay sonra, İstanbul’u acizlikle suçlayan Amasya Genelgesini yayınlamıştır. Padişah tarafından görevlendirilen biri böyle mi yapar?

Kurtuluş Savaşı’nı Türkler ve Kürtler birlikte mi örgütledi?

Son dönemde yaygınlaşan bir Kürtçü propaganda var: Kurtuluş Savaşı’nı Türkler ve Kürtler birlikte verdi. Bunun öyle olmadığını başyazarımız Gökçe Fırat rakamlarla ortaya koydu. Amasya Genelgesinde de açık bir şekilde ortada, “millete” örgütlenme ve direnme çağrısı yapan Genelgede Kürt sözcüğü bir kez bile geçmemektedir.

Ancak sinsi propaganda devam ediyor. Örneğin şu cümleyi sıklıkla Kürtçülerden duyarsınız: “İlk anayasal belge sayılan Amasya Protokolünde Türkiye Türklerin ve Kürtlerin vatanı olarak tarif edilir. O tarife geri dönmek gerekiyor.” Bunu özellikle Perinçek yapıyor.

Burada çok sinsi bir çarpıtma var. Birincisi ilk anayasal belge Amasya Protokolü değil, Amasya Genelgesidir. Amasya Protokolü Sivas Kongresi’nden sonra 22 Ekim 1919’da İstanbul Hükümeti temsilcileriyle Mustafa Kemal’in imzaladığı bir “anlaşma”dır. Adı üzerinde bir “protokol”dür. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketinin meşruluğunun İstanbul tarafından tanınmasını sağlamıştır.

Ancak Kürtçülerin sinsi propagandası, “protokol”ün de Genelgenin de Amasya’da hazırlanmış olmasından hareketle ikisini birbirine karıştırmak istemektedir.

Ancak yanlış anlaşılmasın, Amasya Protokolünde de Kürtçülerin çarpıtmalarını destekleyecek bir ifade yok. Kürtçülerin dilinden düşürmediği o ilk madde Nutuk’ta Mustafa Kemal tarafından şöyle açıklanır:

“1- Bildirinin birinci maddesinde, tasarlanan ve kabul edilen sınırların en düşük düzeyde bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.

Görünüşte, Kürtlere bağımsızlık kazandırmak gayesiyle yapılmakta olan bozguncu propagandaların önüne geçme hususu uygun bulundu. Bugün için düşman işgali altında bulunan bölgelerden Çukurova (Kilikya)’yı, Arabistan ile Türkiye arasında bir tampon devlet yapmak üzere anavatandan ayırma isteğinde bulunulduğundan söz edildi. Anadolu’nun, en koyu Türk çevresi, en bereketli ve zengin bir bölgesi olan bu parçasının hiçbir şekilde ayrılmasına razı olunmayacağı ilkesi genellikle kabul edildi.”

Görüldüğü gibi Anadolu’nun Türk ve Kürtlerin ortak vatanı olarak tarif edilmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Aksine Kürtlere bağımsızlık kazandırma çabaları eleştirilmekte, hatta ayrılmak istenen o bölgenin “en koyu Türk çevresi” olduğu söylenmektedir!

Zaten, doğru bir değerlendirme için Amasya Protokolünün ne zaman ve hangi koşullarda imzalandığını da bilmek gerekir. Damat Ferit Paşa döneminde Kürdistan’a özerklik verme planları yapılmıştır. İngilizlerle bu konuda gizli görüşmeler bile yapılır. Ancak Damat Ferit Paşa hükümeti görevden alınınca kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti ise bu özerkliğe karşıdır. Protokoldeki Kürtlerle ilgili ifadeler de bu yüzden Kürtlere özerklik verileceği propagandalarına bir son verme amaçlıdır. Aynı ifadelerin bugün özerklik isteyenler tarafından kullanılması ise utanç vericidir.

Ancak Kürtçüler bununla da yetinmemekte, açıklanmayan gizli maddeler olduğunu iddia etmektedir. Halbuki Amasya Protokolü Perinçek’in ve diğer Kürtçülerin iddia ettiği gibi Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtlerin birlikte vereceği bir savaşa dönüştürme amaçlı olsaydı, o maddeler gizli tutulmaz, bütün Kürt aşiretlerine dağıtılırdı! Ayrıca, açıklanmayan maddeler olduğunu iddia etmek Nutuk’ta protokolü uzun uzun anlatan Mustafa Kemal’i yalancılıkla suçlamaktır.

İşin daha da komiği, gizli maddelerde Kürtçülük arayanlar 1. maddenin sonunda gayet açık bir şekilde yer alan “en koyu Türk çevresi” tanımını görmezden gelmektedir!

Görüldüğü gibi, Kurtuluş Savaşı tarihimizin her anı, bugünkü Şeriatçı ve Kürtçü propagandayı çürütmek için yeterli kanıta sahiptir. Bize düşen, tarihimizi çarpıtıp kendi Kürtçü ve İslamcı emellerine alet etmek isteyenlere izin vermemek olmalıdır.

Hiç yorum yok: