12 Ocak 2010 Salı

Dilimiz Halkın ve Devrimin Dili Olmalıdır

Bir devrimcinin faaliyetinin en önemli kısmını halkı örgütlemek, kitlelere bir şeyler anlatmak oluşturmaktadır.

Böyle olması da doğal, çünkü düzene karşı mücadelenin en önemli kısmı halkın kazanılması, örgütlenmesidir... 'Bunu ne kadar başarabiliyoruz, nasıl daha başarılı olabiliriz?' sorusunun cevabını tartışırken, kitlelere nasıl ajitasyon-propaganda yaptığımız, bir konuyu nasıl anlattığımız bu cevabın belirleyici yanlarından birisini oluşturmaktadır.

Propaganda ve ajitasyonda
nasıl bir üslup dil kullanacağız?

Dilimize kaynağı halk olmayan, halka yabancı kavramlar girebilmektedir... konseptler, varoşlar, Ceo'lar, diasporalar, konjonktürler, paradigmalar, aktivistler...

Ve buna benzer yabancı kelimeler dilimizi bozmakta ve anlaşılmaz hale getirmektedir. Elbette bir devrimci öncelikle halk kitleleri tarafından anlaşılır olmayı düşünecektir, bunu değil de kullandığı kelimelerle halka hava atmayı düşünüyorsa, anlaşılır olmayı değil de anlaşılmaz olmayı büyüklük sayıyorsa, devrimcilik yanlış kavranıyor demektir...

Neden bir devrimci bu yabancı kelimeleri kullanmaya ihtiyaç duyar... sorusu gündeme gelmektedir...

Bu kavramlar dilimize kendiliğinden gelip girmemektedir. Dilimizin bozulması, kültürümüzün bozulması düzenin sistemli çabasının yarattığı sonuçlardır. Sorun düzenin bu çabasını boşa çıkarma sorunudur. Bunu başarmanın yolu ise, bu bilinçli çabayı nedenleriyle anlamak ve önlem almanın zorunluluğunu kavramaktır.

Düzenin dilimize, kültürümüze yönelik saldırısı yeni değildir, bu yanıyla dilimiz, kültürümüz konusu da gündemimizde geçmişten bu yana vardır...

"Tabii, bu dil, halkın günlük yaşamına kendiliğinden taşınmadı. Kendine 'sanatçı' diyen şarlatanlar, kendilerini 'spiker' olarak pazarlayan mankenler, bir mikrofonu ele geçirdiğinde kendini dünyanın yöneticisi sanan DJ'ler ve 'Batı' hayranı aydınlar, yazar, çizerler, bu yozlaşmanın baş aktörlerindendir.

Bilinçli, sistemli bir çabayla bireycileştirilen, bencilleştirilen halk kesimleri -özellikle de gençlik- okuma yazma faaliyetlerinden uzak tutulmakta, dilini kullanıp geliştirmekten, hepsinden önce doğru bir tarzda kullanmaktan uzak bırakılmaktadır. Kitabın, okumanın 'sakıncalı', 'tehlikeli' gösterildiği bir ülkede başka bir sonuç da ortaya çıkamazdı kuşkusuz... Hal böyle olunca elbette bu kesimler, kendilerine televizyonlardan, gazetelerden sabah akşam empoze edilen dili rahatlıkla kabul edebilir durumdadırlar.

Bozulan dildir. Ama dedik ya, dil çok önemlidir, halkın kimliğinin, kültürünün somutlandığı bir şeydir. İşte bu nedenledir ki, bozulan yalnız dil de değildir.

Dille birlikte bozulan halkın kültürüdür. Kültürle birlikte halkın kendisidir bozulan.

Zaten emperyalist kültür politikasının amacı da budur ve dil bozuldukça amaç hasıl olmaktadır." (Kurtuluş 17 Ocak 1998 sayı: 64)

Evet, sorun da buradadır, emperyalizmin amacı hasıl olacak mıdır, yoksa bu amacın önüne geçebilecek miyiz?

Ülkemizde AB'ci, batıcı aydınların ne halkı örgütlemek, ne halkı aydınlatmak, ne de halkın kültürünü, dilini geliştirmek, güçlendirmek gibi bir kaygıları yoktur. Özcesi bu kesimler halktan kopmuş, halkla ilgisi kalmamış kesimlerdir. Oysa devrimcinin işi tersine halkladır. Halkı örgütlemek, devrim mücadelesine katmak, etkilemek, ona kurtuluşun yolunu göstermek, halka coşku, inanç, moral, güç taşımak ... devrimcinin işidir... bu yanıyla devrimci eğer batı özentili aydını taklit etmeye başlarsa, bu görevlerinden de uzaklaşacak, halka yukarıdan bakan, küçümseyen, geri gören, giderek halka inançsızlaşan bir duruma düşecektir...

Bu aynı zamanda bir kişilik meselesidir. Başkasının kavramlarını çalan, argo kullanan nasıl bir kişiliktir? Her dilin kendi özü vardır. O dilden ve dolayısıyla o özden uzaklaşan, kuşku yok ki, başka bir öze, bize halka yabancı bir yere yakınlaşır.

Batıcı aydın kültürünün karakteristik özelliğidir ki, sanki kendi dili, toprağı, tarihi yokmuş gibi batıyı taklit eder... bu tablo sadece 'aydın' kesimin tablosu değildir, bu tablo aynı zamanda solun büyük bölümünde görünen bir tablodur. Halka yabancılaşma, halka gitmeme, anlatmama ve giderek halkı suçlama solda inançsızlaşmanın zeminlerinden birisidir.

Elbette dili, üslubu aktivistlerle, paradigmalarla, konseptlerle sakatlanmış olanlar halka ne anlatabilirler? Bir süre sonra inançsızlaşır, halka kızmaya başlar. Sonra halkı suçlu görüp, 'göbeğini kaşıyan adam' edebiyatıyla değerlendirir...

Devrimciler böylesi halka yabancılaşmış duruma düşemezler...

Kullandığımız dilde düşüncemiz şu olmalıdır: Kim bunları anlıyor, bunları kullanmaktaki amacımız nedir?

Sözlü veya yazılı propagandada amaç halk kitlelerini eğitmek ise, bunları kullanmak, bizi bu amaca ne kadar yaklaştırır?

Düşüncemizi, mantığımızı şekillendiren olgu halka ne verdiğimiz, konuşmalarımızdan halkın ne anladığı, nasıl etkilendiği olduğunda sorun kendiliğinden çözülmeye başlayacaktır... Elbette ki, çok daha yalın, anlaşılır konuşmak hiçte zor değildir, tersine kolay olan kendi dilimizi kullanmaktır. Kitlelerin "bu nedir?" demediği kelimeler yeralmalı konuşma ve yazılarımızda...

Bilmek Yabancı Kelimelerle Konuşmak Değildir, Bilmek Anlaşılır Konuşabilmektir

Batıcı aydın hastalığı bilmeden konuşma hastalığıdır, konuşması anlaşılmaz kelimelerle süslendiğinde, kimse anlamadığında kendisini biliyor sanır... Bu yanıyla kendisini tatmin eder... Oysa bilgi ancak, halkın yararına kullanıldığında halk açısından değerli hale gelir. Halkın anlamadığı bilginin, halka ulaşmayan, halkı eğitmeyen, halkın kavgasına hizmet etmeyen bilginin, batıcı aydının kafasında hava atma aracı olarak bulunması bir anlam ifade etmez... Batıcı aydın, kendisini bilen kişi sanarken, edindiği bilgiyi işlevli olarak kullanamama yanıyla da aslında cahildir...

Oysa, gerçekten bilen bir aydın, bir devrimci, bilgisini halka taşıyabilen, halkı bilgisiyle etkileyip yönlendirebilen, eğitebilendir... Bu kişinin yabancı kelime hastalığı olmaz, dilinde anlaşılmaz kelimelere ihtiyaç duymaz, anlaşılmaz kelimelerle büyüklük havası yaratma ihtiyacı duymaz... Kendisini hava atarak tatmin etmez, buna ihtiyacı yoktur... Devrimcinin, gerçek aydının mutluluğu halkın kurtuluş kavgasına katkısıdır, bu kavgada harcadığı emeğin sonuç yaratmasıdır... Bu yanıyla mütevazıdır ve gerçekten bilgedir...

Bilmek; Uzun Konuşmak
Uzun Yazmak Değil,
Anlaşılır Konuşmak
Anlaşılır Yazmaktır

Bir konuşma yapmak, bir yazı yazmak kimi zaman çok zor gelebilir. Bunun doğal bir yanı vardır kuşkusuz, fakat dikkat edilmesi gereken nokta, bu durumda duyulan heyecanın 'şu konuşmayı yapsam da kurtulsam', kolaycılığına neden olmaması veya tersinden 'konuşmayı mümkün olduğu kadar uzatarak bilgimi göstereyim' çarpıklığına düşülmemesidir... Heyecan asıl olarak, konuyu insanların en iyi şekilde anlayabileceği tarzda yapabilmeyi başarıp başaramamanın heyecanı olmalıdır... Bu heyecan olmadığında konuşma amacından uzaklaşır ve başarısız olmaya mahkumdur... Öyle konuşmalar vardır ki, saatler sürer fakat kimse bu konuşmalardan bir şey anlamaz ve sıkılır... Konuşma dinleyici kitleye bir şey katmaz... Bu tür konuşmalar bolca burjuva politikacılar tarafından yapılmakta, uyuyan dinleyiciler TV ekranlarına yansımaktadır...

Veya tersinden kısa ve öz konuşmak için konuyu anlaşılır olmayacak kadar kısaltmak da amaç değildir... Dediğimiz gibi amaç konuşmanın, ajitasyon-propagandanın kitleleri bilinçlendirmesi, etkilemesi, örgütlemesidir... Dolayısıyla değerlendirmenin ölçüsü de budur...

Saatlerce halk kitlelerine hitap eden ve halk kitlelerinin saatlerce ayakta yorulmadan sıkılmadan dinlediği Fidel Castro da, gerektiğinde kısa, öz, en geri halk kitlelerinin anlayabileceği tarza sahip olan Mao da bu açıdan başarılı önderlerdir... Bu noktada başarının ölçüsü halk kitlelerini eğitebilmektir...

Elbette ki, halk dediğimiz zaman, dili hiçbir şeyden etkilenmemiş, en sade dili kullanan kesimler olarak düşünmüyoruz halkı... Halkta, dönemlere göre farklılıklar göstermekle birlikte TV'lerden, internetlerden, magazin basından, burjuva basından, batıcı aydından vb... etkilenmekte, dili, kültürü bozulabilmektedir... Bu noktada halkı etkilemenin yolu, halka dışarıdan girmiş, popüler hale getirilmiş, yabancı kelimelerin kullanılması kolaycılığı değildir, halkı burjuvazinin diliyle etkileyip örgütleyemeyiz... Halkı ancak onun anlayabileceği, içinde kendisini, geçmişini, tarihini, kültürünü, köklerini, yaşamını, acılarını, sıkıntılarını, sevinç ve mutluluklarını... bulabileceği bir dille, kendi dilimizle etkileyebiliriz.

Hiçbir devrimci önder yoktur ki, kendi halkıyla sömürgeci emperyalist ülkelerden devşirilmiş dille konuşmaya kalkışsın, hiçbir başarılı devrim yoktur ki, emperyalizme, burjuvaziye ait dille, kültürle, ahlakla savaşmasın...

Emperyalizmin,
Burjuvazinin Diliyle
Devrimci Mücadele Anlatılamaz

Dikkat edilirse batıcı aydının diline batı özentisi kelimeler girerken, salt dilini değil, düşüncesini de etkilemektedir... Batıcı aydının diline yerleşen yabancı anlaşılmaz kelimeler, düşünce sadeliğini, devrimci düşünceyi yoketmektedir... Böyle bir etkilenme içindeki aydının, "devrimcinin" halkı etkilemesi mümkün müdür?.. Halka ne anlatabilir, halka ne verebilir?.. Dilinden devrimci kelimesini çıkarır, yerine aktivist kelimesini geçirir... Ne anlama gelir aktivist, halk kitlelerine "aktivist olun" dendiğinde halk bundan ne anlar?.. Nasıl bir coşku duyacaktır halk bu kelimelerden?.. Oysa elbette halk için devrimci kelimesi Mahirler'i, Ulaşlar'ı, Cevahirler'i, İbrahimler'i, Denizler'i, Sabolar'ı, Sinanlar'ı, Niyaziler'i, Kemal Pirler'i, Berdanlar'ı, Ayçeler'i, İbilileri... ifade etmektedir... 'Aktivisti' devrimcinin yerine kullanmanın mantığı da burada saklıdır aslında... Farkında olunsun ya da olunmasın, bilinçli yapılsın ya da bilinçsizce olsun, emperyalizmin amacı bu yanıyla devrimci düşünceyi kafalardan silme yanıyla hasıl olmaktadır...

Halkı aktivistlikle etkilemek, örgütlemek değiştirmek mümkün değildir, halkı ancak Mahir olarak etkileyebiliriz, halka ancak Mahirler'in düşüncesiyle kurtuluşun yolunu gösterebilir, kurtuluş umudunu taşıyabiliriz...

Hiç yorum yok: