26 Ağustos 2009 Çarşamba

“ÖYLEYSE, YA BAĞIMSIZLIK, YA ÖLÜM !”

90 Yıl önce, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın önderi Mustafa Kemal, o günkü ülkenin konumunu şöyle anlatıyordu.

“Temel ilke, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.

“Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.

“Oysa Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.

“Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm…” (Söylev-Nutuk, Türk Dil Kurumu, s. 10)

Mustafa Kemal’e bunları söyleten, memleketin içinde bulunduğu siyasi, askeri ve ekonomik olumsuz koşullardı.

Yarısömürge durumuna düşürülen, en önemli nedenlerinden biri Osmanlı’yı parçalamak, yağmalamak, yutmak olan Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na, aldatılarak Alman Emperyalistlerinin yanında zorla sokulan, bu nedenle de bu Paylaşım Savaşı’nın bir tarafı değil, kurbanı olan Osmanlı, savaşın galibi İngiliz, İtalyan ve Fransız Emperyalistleri ile 30 Ekim 1918 yılında Mondros Ateşkeş Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalıyordu.

Bu anlaşma ile Osmanlı devletinin orduları dağıtılıyor, devlet yönetimi emperyalistlere geçiyordu. Ülkenin pek çok vilayeti, bu emperyalistlerce kendi aralarında paylaşılıyordu.

Böyle bir duruma hangi yurtsever kayıtsız kalabilirdi?

Dönemin Osmanlı yöneticileri, başta halife Vahdettin ve hükümet yetkilileri, kurtuluşu İngiliz Korumacılığında, Amerikan Mandacılığında arıyorlardı. Mustafa Kemal, bu tür çözüm yollarının uşaklık olacağını belirtir ve kendi gibi düşünen asker arkadaşları Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir ve İsmet İnönü ile birlikte, Anadolu’da halka gitmekten ve silahlı direnişten başka çözüm yolu olmadığı konusunda anlaşırlar.
MUSTAFA KEMAL’İN YURTSEVERLİĞİNİN ÖZÜ NEYDİ?

Osmanlı’yı güden, yöneten dört devlet sınıfı vardı. Bunlar: İlmiye (Aydınlar), Seyfiye (Askerler), Mülkiye (İdareciler), Kalemiye (Yazıcılar).

Bunlardan Mülkiye (İdareciler) ve Kalemiye (Yazıcılar, kalemliler), Osmanlı’nın derebeyleşme süreciyle paralel biçimde Tefeci-Bezirgân Sermaye tarafından rüşvete, irtikâba, komisyona, zimmetçiliğe alıştırılarak bozulmuş, çürümüş, böylece de Osmanlı’nın kuruluşundan gelen Devrimci Geleneklerini tümüyle yitiren sınıflardı.

Para ilişkisi dışında kalan İlmiye ve Seyfiye sınıfı diğerleri gibi yozlaşmamıştı. Osmanlı’nın ilk kuruluşundaki İlkel Komuna Gelenekleri, bu iki sınıfta daha diri olarak yaşamaktaydı. Osmanlı’nın son dönemlerinde bunlara Jön Türkler adı verilmişti. İşte, Mustafa Kemal de bu geleneğin canlı bir biçimde yaşadığı Ordu Gençliği’ndendi… Kendi kişiliği de bu gelenekle birleşince; 18 Mart 1915’de “Çanakkale Geçilmez” oldu. Mustafa Kemal’i, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önderi yapan işte bu kişilikti. Çok iyi bir asker, stratejist, taktisyen ve inisiyatifli bir devrimci idi Mustafa Kemal.

19 MAYIS 1919, BİRİNCİ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI’MIZIN KIVILCIMIDIR

Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız, 1919’un 19 Mayısı’nda Mustafa Kemal’in Samsun’a fiilen ayak basması ile şekillenmiş, Lenin’in önderliğindeki genç Sovyet Cumhuriyeti’nin maddi ve manevi desteği ile de Emperyalist haydutlar, ülkeden kovulmuş, çökkün Osmanlı derebeyliği üzerine daha modern Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız yeryüzünde zafere ulaşan ilk başarılı Ulusal Kurtuluş savaşıdır. Mustafa Kemal’in önderlik ettiği Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı; ilk olarak 1954’de Fransız Emperyalistlerine, daha sonra da ABD Emperyalistlerine karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı veren yiğit Vietnam Halkının önderi Ho Şi Minh’e, 1934’deki Uzun Yürüyüş’ün mimarı, 1949’da Kurtuluş Mücadelesinin sonucunda Devrimi gerçekleştiren Çin lideri Mao Ze Dung’a, Cezayir Bağımsızlık Savaşı önderlerine, Mısır’ın antiemperyalist önderi Nasır’a, 2 Aralık 1956’da 80 Arkadaşı ile Sierra Maestra adlı sıradağlarda verdikleri mücadele ile Küba Devrimini gerçekleştiren Che’ye, Fidel Castro’ya ilham kaynağı olmuştur. Bu önderler, Mustafa Kemal’i bilir ve saygı duyarlar.

Ulusal Kurtuluşla kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik olarak çok kötü koşullardaydı. Osmanlı’nın, bu günün Dünya Bankası olan Duyun-u Umumiye’den aldığı borçlar ödeniyor, bir taraftan da yabancılarda olan limanlar, tekel idaresi millileştiriliyor, bir yandan da, Tayyipgiller’in “babalar gibi sattıkları” Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) kuruluyordu: Kurtuluş Savaşı’nda tek müttefikimiz Sovyetler’in de maddi destekleriyle Şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, tren yolları, bankalar, limanlar, Sümerbanklar gibi KİT’ler kurularak tüm ülkede kalkınma hamlesine girişiliyordu.

Cumhuriyet bugün 87 yaşında. Sayıları 70 milyon içinde 2500-3000 kişiyi geçmeyen; ABD ve AB (AB-D) uşağı satılmış, vatan ve halk düşmanı Modern (Finans-Kapitalist) ve Antika (Tefeci-Bezirgân) Parababaları, mazlum halkımızın kanını, iliğini sömürmekte, cennet Türkiye’yi işsizlik ve pahalılık cehennemine çevirmektedir. Halklarımızın kanı canı pahasına yarattığı tüm değerler, ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) vb. emperyalist finans örgütleri ve çokuluslu şirketlere peşkeş çekilmektedir Ortaçağcı Tayyipgiller tarafından. Yabancı emperyalistlerin uşağı yerli satılmışlar sayesinde, AB-D Emperyalizmi ülkemizin ekonomisinden, politikasına, tarihinden, kültürüne ve sanatına her şeyini belirlemektedir.

Sosyalist ülkelerdeki örneklerinden esinlenerek Cumhuriyetle birlikte ülkemize kazandırılan, Tarım Kredi Kooperatifleri, Zirai Donatım Kurumları, Devlet Üretme Çiftlikleri, Toprak Mahsulleri Ofisi, Köy Enstitüleri gibi kurumlar ortadan kaldırıldı; Sümerbank, Tekel vb. kuruluşlar özelleştirme adı altında yerli yabancı Parababalarına peşkeş çekildi.

Yerli satılmışlar “Yabancı bir devletin koruyuculuğu”nda, “insanlık niteliklerinden yoksunluk”larını, “güçsüz”lüklerini ve “beceriksiz” lerini “açığa vurmaktan başka bir şey” yapmamaktadırlar.

87 yıl önce Cumhuriyet, Saltanatın tepesini yani Padişahlık ve Hilafeti kaldırmıştı. Saltanatın tabanını oluşturan, derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgânlık ise, “İrtica” denilen gerici isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Ezildikçe kabuğuna çekildi, kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hatta ayrıcalandı.

ABD’nin Sovyetler’e karşı geliştirdiği “Yeşil Kuşak Projesi”nin sonucu olarak 1946’dan itibaren başlayan ve 1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla hızlanarak devam eden bir gidişle Türkiye, irticai örgütlerle kuşatıldı. Günümüze geldiğimizde ise, “İrtica” denilen gericilik, mantar misali ortamını bulunca hortladı, daha doğrusu emperyalistlerin “yürü ya kulum” demesiyle pervasızlaştı. Ülkemiz; her yıl Ortaçağcı-Siyasal İslam’la doktrine edilmiş 54.000 gencin mezun edildiği ve sayısı 600’e yaklaşan İmam Hatip Liseleri’yle, yine aynı ideolojiyle şartlandırılmış 900.000 civarında yoksul çocuğumuzun mezun edilip topluma salındığı ve sayıları on bine yaklaşan resmi ve gayriresmi Kur’an Kurslarıyla ve binlerce Tarikat evleriyle donatıldı.

Cumhuriyetin bütün kurumları (Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar, YÖK, TRT, RTÜK vb.) Ortaçağcı güçler tarafından ele geçirildi.

Kısacası 19 Mayıs 1919 yılında başlayıp dört yıl süren Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla elde ettiğimiz bağımsızlığımız, 1946 sonrasında yitirilerek, ülkemiz AB-D Emperyalistlerinin yarısömürgesi durumuna düşürülmüştür. Bundan 87 yıl önce, Türk Milletinin, bağrına oturmuş olan Emperyalizme ve onun uşağı Saltanat’a karşı kurduğu bir savunma kalesi demek olan Cumhuriyet’in kazanımları, kerte kerte aşındırılmakta, ülkemiz Ortaçağın karanlığına geri götürülmek istenmektedir.

Öyleyse yapılması gereken Birinci Kuvayimilliye’de bayraklaştırılan Tam Bağımsızlık prensibini acilen hayata geçirmektir. Emperyalistlerin NATO’larını da, IMF’lerini de, Dünya Bankalarını da kovmaktır. ABD üslerini, “İkili Anlaşmalar”ı ortadan kaldırmaktır.

O nedenle Cumhuriyet’i kuran Birinci Kuvayimilliyecilikten sonra bir İkinci Kuvayimilliyecilik gerekmektedir.

Birinci Kuvayimilliyecilik: SİLÂHLI, askercil sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kurallara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.

İkinci Kuvayimilliyecilikte, cephe ne denli baş döndürücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birincisinin geriye götürülmesine karşı çıkılacak, mantıki sonucuna ulaştırılıp Sosyalizme kavuşturulacaktır.

Kurtuluş Partisi, bu görevi başaracak biricik güçtür. Çünkü biz, Birinci Milli Kurtuluş’un ve önderi Mustafa Kemal’in Antiemperyalist-Tam Bağımsızlık prensibinin ve Laikliğin de mirasçılarıyız.

Çünkü biz, Birinci Kurtuluş’un en içten ve tek destekçisi Ekim Devrimi’nin ve O’nun Önderi Lenin’in devamcılarıyız.

Çünkü biz; Birinci Kuvayimilliye’nin Köyceğiz Cephesi Komutanı, İkinci Kurtuluşun Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın devamcılarıyız.

Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist mücadelemizle Ulusal Kurtuluşu, Sosyal Kurtuluşla taçlandıracağız. 19 Mayıs 2009
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ

GENEL MERKEZİ

Hiç yorum yok: