Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız poyraz başladı
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel(*)
Merhaba Proleterya
Soyvetlerin çöküşüyle zil takıp oynayan kapitalist/emperyalist kampın temsilcileri ve ideologları arsızca bagırıyorlardı;''elvada proleterya'' diye. Satın alınmış solcu eskisi dönekler koro halinde tempo tutarak; ‚`Marksizm ve Mark'sın ölen işçileri` üzerine içten(!) duygularla fetva okuyorlardı. Emperyalist kampın en azgını ve barbarı Amerika, savaş meydanından zaferle ayrılmış bir komutanın edasıyla, gözünü yeniden paylaşılacak bir dünyanın ganimetine çevirirken pek iştahlı ve neşeliydi. Satın aldığı gönüllü kalemşörlere ardısıra kitaplar yazdırıyor ve bunları türlü reklamlarla pazarlıyordu. Sovyetlerın dağılmasıyla dumura uğramış, sayıları milyarlari bulan yığınlar, aç kurtların sofrasına meze olmuştu. Ideolojik bombardımanları sadece yazılı –çizili kalmıyordu elbette, Hollywood sektörü emperyalist kampın kültürünü, politikasını, çürümüşlüğü, yozlaşmasını birebir dünya insanına taşımanın en iyi aracı olma görevini layıkıyla yerine getiriyordu. Türlü reklamlarla yok sayan ''marksizm öldü, sınıflar yok, proleterya artık tarih oldu'' kitaplarının, makalelerinin, dergilerinin daha mürekkebi kurumadan iflas etmesini bu film sektörü kurtarıyordu. Her kitaptan bir film yapmaları para kazanma amacı gütmüyordu kuşkusuz. Onların derdi bir avuç para babasının ve kan emicinin yalanlarını yığınlara propaganda etmek bir yana, enjekte etmekti. Ki, kapitalist / emperyalistin temsilcileri tam da böyle yapıyorlardı.
Ulusal ve uluslararası komünist hareketin ağır yenilgisi, sosyalistlerin tüm dünya da dağınıklığı ve kafa karışıklığı kendi bunalımını giderek arttırırken, ulusal ve uluslarası burjuvazi ve onun satın alınmış kalemşörleri dizginlerinden boşanırcasına saldırıyordu. Dünyanın tüm cografyasını kapitalist-emperyalist barbarların at koşturacağı bir sömürü cennetine çevirme adına yazılmadık hiçbir yalan kalmamalıydı. 2. Dünya savaşı sonra kazanılmış tüm haklar birer birer kırpılırken, avrupanın sosyal devletleri can çekişiyordu- çekişiyor. Öyle ki, kırpılan haklar karşısında direnmeye takatı kalmamış bir beyin yaratmak ve baştan yenilgiyi kabullendirmek yine bu barbar kampın temsilcilerine-sözcülerine bol paralar karşılığında sunuluyordu. ''tarih olmus proleterya'' öncüsüz, örgütsüz amansız saldırların kollarında inim inim inlerken, her gün biraz daha açlığa mahkum ediliyordu. Ve sendikalar birer birer, tüm dünyada işçinin sırtından, ikinci bir büyük patron oluyordu. Tüm bunların kılıfı; ''ölen proleterya ve mutlak zaferini ilan eden kapitalizm''idi.
Barış, refah, huzur, eşitlik ve özgürlük yalanlarını ağızlarından düşürmeyen, gazete sütunlarından eksik etmeyen burjuva kampın temsilcileri; Tüm bunları ''kapitalizmin zaferi, proleteryanın da ölümü'' üzerinden teorize ediyorlardı. Tarih sahnesine ciktigindan bu yana dünyayı cehenneme çeviren, oluk oluk insan kanını akıtan kapitalist barbarları refahın, barışın, eşitliğin,özgürlüğün, huzurun ve zenginliğin teminatı olarak gösterme adına kırk takla atıp, olmadık şaklabanlıklar yapmaktadırlar. Dünyanın şimdiki haline bakan her birey çok kolayca görecektirki; açlık kol gezmektedir. Her iki saniyede bir – resmi organların ilanıdır- bir bebek ölmektedir -Afrika`da – 6 saniyeden 2'ye düstüğü açıklandı-. Savaşlar eksik değildir. İşsizlik dünyanın en gelişmiş ülkesinden , en geri ülkesine kadar almış başını gidiyor.İskenceler en modern (!) ülkelerin vazgeçemediği bir devlet sistematiği. Irkçılık ve savas çığırtkanlığı bizzat batıdan doğuya doğru devletler eliyle örgütlenerek yayılıyor. Uyusturucu, devletler eliyle pazarlanırken, kadına biçilen rol, pazarlanan uyusturucudan farksız olmadığı gibi daha aşağı bir değer biçiliyor. Emperyalist işgaller açık-gizli son sürat devam ediyor. Ve işçi sınıfı- tüm dünyada- köle koşullarıyla çalıştırılırken, karın tokluğuna mecbur edilip, dilencileştiriliyor. Çocuk hakları diye yırtınan sahtekar burjuvazi, dünyada on milyonlarca çocuğu köle kosullarında çalıştırıyor. Kadını satan pazarlar bizzat-i devlet yasalarınca ve eliyle kuruluyor. İnsan hakkı diye bağıran burjuvazi ve temsilcileri, dünya insanını gözünü kırpmadan kurşuna diziyor, hapse atıyor, ipe yolluyor ve insan aklının almayacağı işkencelerden geçiriyor. Tüm bunlari ''ölen proleterya'' geri dönmesin diye yaparken, karına da kar katıyor.
Dünya haramilerin dikensiz gül bahçesine çevrilirken, Türkiye 12 Eylül'ün gırdabında kan ağlıyordu. On binlerce insanın işkencelerden geçirildiği, çocuk yaşta ipe çekilen gencecik fidanlar ve asker postalı altında düm düz edilen bir ülke. Yaşam hakkını hiçe sayanlar, işçi hakkını çoktan rafa kaldırmışlardı. Devlet güdümlü sendikaların dışında, kafasını kaldıran tepesinde devlet babanın(!) işkencesini, mapusunu, idam sephasını ve yağlı urganını görmekteydi. Tuzla buz olmuş bir ülkenin ölüm sessizliğini bozan, Zonguldak madeninden çıkan kara yüzlü onlarca işçiydi. Gerede'den geriye dönüldüğünde, kadını- erkeği gözyaşları içinde kedere boğuluyordu. Yenilginin öfkesi gözyaşlarına gömülüyordu. Zonguldak`ı ihanetin desteğiyle yenebilmiş haramiler daha bir cesurdu şimdi. Hak, hukuk koca bir yalan ve kandırmacaydı.
İşçiye reva görülen; açlık, sefalet ve yokluktu. Onlar ki, koca koca gemileri inşa ederken, bir kum torbası kadar değer biçiliyordu hayatlarına… Onlar ki, tezgâhlarda kot taşlarken, yavaş yavaş ciğerlerine işleyen slikosiz hastalığının pençesindeydiler… Onlar ki, yerin yedi kat altında, karanlığa gömülmüş hayatlarında maden kazarken, mezarlarını kazıyorlardı… Onlar ki, memleketlerinden çok uzaklardaki tarlalara çalışmaya giderken, kamyon kasalarına ya da tren vagonlarına bir mal, eşya gibi istifleniyorlardı… Onlar ki, fabrikalarda sadece yaşayabilmek için bir köle gibi çalışıyorlardı, her an işsiz kalma korkusuyla… Onlar ki, kadere bağladıkları hayatlarında kaderlerine boyun eğmişlerdi... Onlar ki, sessizliklerinde kendilerinin bile farkında olmadığı bir öfkeyi, içten içe büyütüyorlardı…
Tarihsel bir zorunluluğun gizli özneleriydi hepsi…
Türkiye ve dünya işçisine, emekçisine dünyayı dar eden insan hakkı, demokrasi, refah ve eşitlik havarileri, burjuvazi ve onun kalemşörleri, bu kampın en hayasız sözcüleri için; TEKEL işçilerini aileleriyle birlikte kazanacakları paralar, kasalarına dolduracakları karları uğruna haraç mezat saterken ne insan hakkı vardır, ne de insana biçilen bir değerin esamesi. Ankara'nın ayazında ayları bulan titremeleri, satılmış kalemşörlerin, solcu eskisi döneklerin ve burjuva aydınlarının dikkatine mashar değildir. Kurulmuş naylon çadırların içine sızan sert kış rüzgarının çaldığı direniş işliğidir onları huzursuz eden. Lüks arabalarıyla yanlarından ürkek ve tiksintiyle transit geçtikleri, ama gazete köşelerine taşımaktan veba gibi kaçtıkları, işçinin yükselen birlik, dayanışma ve direniş türküsüdür. Onlar ki, bu türküye düşmanlar. Zira bu türküdür onları huysuz bir at gibi kişneten. Bu türküdür, onların dini imani para hırsına hançeri saplayacak olan. Bu türküdür, Ankara'dan dünyaya ılgıt ılgıt yayılan. Bu türküdür, Fransada ki kadın işçiyi coşkuya boğan ve o coşkun yüreğini Ankara'nın meydanına taşıyan. `Elveda proleterya` diyen ar damari catlamis burjuva sözcülerinin yüzüne tokat gibi carpiyor; Fransa'dan, Abdi ipekciye dalga dalga yayilan isci kadinin -iscilerin yüregini tercüme eden- söyledikleri.. -
" Merhaba tekel işçileri, ben 38 yaşında, kamuda çalışan bir göçmen kadınım. Yıllardır eylem görürüm ama böylesini değil,sadece ben değil; işyerindeki Fransızlar, Cezayirliler, Afrikalılar, bana soruyor her sabah, eylem ne oldu diye? Içimizi ısıttınız, heyacan doluyuz şimdi, umutluyuz şimdi. Marks'ın hayaleti sadece Ankara'da dolaşmıyor simdi. Sizin direnisinizle buraya kadar geldi" diyordu en atesli ve heyecanli haliyle.
Elveda proleteryanın masalı, Tekel işçisinin ve dünya işçisinin yaşamın da iflas etmiştir. Daha önceleri de yaşadık bu iflasları. Ancak, şiddeti, zamanı, kararlılığı ve illeri sıçraması Tekel işçilerini hiç kuşku yok ki, çok başka bir yere kendiliğinden koyuyor. Mikrofona konuşan, Samsunlusu, Trabzonlusu, Muşlusu, Bitlislisi, diğer bir söylemle bunca ''düşmanlaştırılmış'' Kürdü ,Türkü, Lazı, Çerkezi, Sunisi, Alevisi aynı dili konuşmakta ve aynı türküyü söylemekteler. Emeğin dili, emeğin türküsü ve ''ben komünistim'' nidasi, başta Kasımpaşalı`yı ve surekaşını fena korkutmakta. Destekçileri, sermaye ve sözcüleri tıp diliyle panik atakta. Elvada denmiş proleterya'ya ''ay sonuna kadar'' süre tanınanmakta. Hemde birinci ağızdan, yanı Kasımpaşa`lı efendi tarafindan açık seçik tehdit edilmekte.
Sermaye ve sermaye hükümetlerinin birinci elden koltuk deyneği, sendika aristokratları enselerini kaşımakta. Koltukları şimdilik sallanmıyor ya, işleri epey bir sarpa sarıyor. Zira bu direnis Chp'nin solu DİSK'i, sağ hükümetlerin sağı TÜRK-İŞ'i fena zorlamakta. Dünden satılık HAK-İŞ çıplak ortada ve sınır tanımıyor hayasızlıkta. Onlarca yıldır Türkiye işçi sınıfının sırtında palazlanan asalaklar şimdi apaçık yakalandılar.Tuvaletini bile kullanamadıkları TÜRK-İŞ'in o lüks binasını bastıklarında, direnişi satamayan sendika ağaları genel grevi savsaklamakta. Genel greve evrilecek bir mücadele hattının bir sele dönüşeceği ve koltuklarını sallayabileceği telaşıyla türlü isimlerle oyalamaya çalışıyorlar. Genel grevi işçiden uzak tutmanın manevrası olarak ''genel eylem'' ya da ''genel direniş' gibi ayak oyunlarına başvurarak süreci geriletmeye çalışıyorlar.
Yeniden ve illeriye sıçrayarak sadece kendiyle sınırlanan bir direniş hattından öte, Türkiye sınırlarını da aşarak dünya'ya yayılan Tekel işçilerinin direnişi, işçi sınıfının, 'tarihsel' rolunu bir kere daha kanıtlaması ,pratik rüştünü ve gücünü ispatlaması bir yana; yarattığı olanaklar, içinde biriktirdiği ve yıllara yayacağı mutlak olan dinamikleriyle Türkiye'de yeni bir dönem başlatmıştır .Özelde Türkiye, genelde dünya'ya sınıf mücadelesinin önünü açmakla kalmamış, moral motivasyondan, teorik- pratik bir yığın deneyimde sunmuştur. Bu deneyimleri hiç kuşku yok ki derleyip toparlayacak ve sınıfın doğrudan devrime yönelen mücadelesine rehber edecek olan sınıf partisi ve onun devrimcileridir .Sınıf partisi ya hiç olmadığı ya da görece zayıf olduğu için dünyada ve ülkemizde gerek burjuva propaganda aygıtları, gerekse de işçinin sırtındaki asalak sendika ağaları, yakıcı bir etkiyle hüküm sürüyor ve başarı sağlıyorlar. Yine sınıf partisinin görece zayıflığı ya da yokluğu,daha şimdiden tarihdeki yerini almaya muktedir Tekel direnişini; reformist,ekonomist,liberal ve hatta sahte komünistlerin at koşturabildiği,kendini anlatabildiği ve kısmen de kendine alan yaratabildiği unutulmamalıdır.
Tekel direnişinin yarattığı olanakları ve dinamikleri hem Tekel direnişinin kazanılmasının bir aracına dönüştürme manivelası yapma hem de ülke sathına yayarak irili ufaklı süregelen direnişlerle birleştirmek ve daha sert kavgalara hazırlamak devrimcilerin ertelenemez görevidir. Hiç kuşku yok ki sınıf partisi göktem zembille inen değil, böylesi somut bir ateş çemberi içinden öğrenerek, öğreterek çıkacağı gibi, böyle büyüyüp dal budak saracağı da bilinmez değildir. Tekel işçilerinin yarattığı olanakları, bütünlüklü bir sınıf taktiğiyle olgunlaştırmak, ortaya çıkardıkları dinamikleriyle birleştirmek sınıf devrimcilerinin işidir. Sınıf partisi zayıfsa böyle güçlenecektir, yoksa da böyle çıkacaktır. Elbette tek başına bir direniş, dünyayı yeniden değiştirecek bir sınıf partisi yaratacak iddiasi olarak algılanamaz. – eski-yeni bir yığın deneyim, pratik- teorik mücadele içindeki önceliği gibi vs- Ne var ki, fitili ateşlenmiş bir kavganın şafağında olduğumuza ilişkin pek çok emare, somut olarak karşımızda durmaktadır.Bu ateşi yakan TEKEL işçileri olduğu gerçeğini de bunun yanına koyarak; önümüzdeki sürecin çetin bir kavgaya gebe olduğunu söylemek kahinlik olmaz. Sınıf devrimcileri kavga meydanında ve en ön saflarda olmakla yükümlüdür. İşçi sınıfının yönünü belirleyen de bu duruş ve buna uygun sınıf taktiğiyle donanmış politikasıdır. Buna hazırlanmakta, devrimden yana olan her bireyin boynuna borçtur. Sınıf devrimcilerinin, ileri işçilerin de tarihsel görevidir.
5 Şubat 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder