23 Nisan 2009 Perşembe

Sevr’siz, emperyalizmsiz Kürt meselesi

Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yıllık değerlendirme toplantısı artık TSK’nın da Kürt meselesinde Amerikan planına teslim olduğunu gösteriyor. Konuşmanın Obama’nın Türkiye ziyaretinin hemen ardından yapılması ise son derece anlamlı; Obama gelmiş ve birileri hizaya girmiştir...

İlker Başbuğ’un konuşması, tıpkı bundan önce yaptığı konuşma gibi yanlışlarla dolu. Daha önceki konuşma metninde olduğu gibi bol bol yabancı yazarlara gönderme var, ama bu Başbuğ’un entellektüel birikimini değil tam tersine kısırlığını gösteriyor. Çünkü önemli olan çok okumak değil okuduklarından bir sentez üretebilmektir. Başbuğ ise maalesef bunu başaramamış.

Başbuğ’un en büyük yanılgısı bölücü teröre ve terör örgütüne yönelik saptamaları. Başbuğ PKK’nın 1994’e kadar ideolojik bir örgüt olduğunu bu tarihten sonra ise etnik bir örgüte dönüştüğünü söylüyor.

Doğru gibi duran bu tespitin çok önemli bir tehlikesi var. PKK kuruluşunda Marksist-Leninist söylemleri ağır basan bir örgüttü doğru, 1994’ten sonra ise Marksist-Leninist ideolojiyi tümüyle terk etti. Fakat PKK kurulduğunda da etnik temelli bir örgüttü. Nitekim Türk devleti ve TSK da PKK’yı en başından beri bölücü bir terör örgütü olarak değerlendiriyor ve onu aşırı sol örgütlerin yanına koymuyor.

PKK’nın kimliği üzerine bu tespit son derece önemli çünkü asıl mesele şu ki bu bölücü terör örgütünü kimler kurdu, kimler destekliyor?

Başbuğ’un büyük bir maharetle yanıtlamadığı bu sorular aslında bizim sorunumuzu ortaya koyuyor. Başbuğ bölücü terörden, teröristten, hatta terör örgütünün dış bağlantılarından söz ediyor ama nedense bu örgütün niçin ortaya çıktığını açıklamıyor.

Hatta daha vahimini yapıyor, Şeyh Sait Ayaklanması ve diğer bölücü Kürt ayaklanmalarının tarihine eğiliyor ve bu ayaklanmaların nedenleri arasında da memurların Kürtlere kötü davranışını gösteriyor. Bir yerde “dış dinamikler ve kışkırtmalar” da ayaklanma sebebi olarak sayılıyor ama ayaklanmanın kesinlikle etnik ayaklanma olmadığını belirtiyor.

Görüldügü gibi Kürt meselesi üzerinde önemli bir tahrifat yapıyor Başbuğ.

En baştan başlayalım, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, hatta tam kuruluş sırasındaki ayaklanmalar tümüyle dış kaynaklıdır, Başbuğ’un dediği gibi dış başlantılı değil!

Nitekim Şeyh Sait Ayaklanmasını İngiliz devletinin tertiplediği, bunun gerisinde ise Musul Meselesi olduğu bilinmektedir. Ancak bu bir yorum değildir, çünkü bu ayaklanmanın liderleri yakalanmış, yargılanmış, yargılanma safhasında da arkalarındaki İngiliz desteği ortaya çıkmıştır.

Kaldı ki dönemin İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikan belgeleri de ayaklanmayı İngilizlerin tertiplediğini ortaya koymaktadır.

Hadi diyelim Başbuğ, Reymond Aron okumaktan fırsat bulup bunları okuyamadı ama en azından Genelkurmay Başkanlığı’nın Güneydoğu’daki isyanlarla ilgili kendi kitabını okusaydı. Genelkurmay o dönemki ayaklanmaları tümüyle dışarıdan tertiplenen ayaklanma olarak görmektedir.

Ama Başbuğ elbette tarihteki İngilizleri korumak için yapmıyor bunu. Asıl önemli olan PKK’nın arkasındaki gücü korumak. O nedenle terörle ilgili konuşmasının hiçbir yerinde Amerika lafı geçmiyor, PKK’ya dış destek veren ülkeler geçmiyor!

PKK’yı kimin kurduğuna gelince, son derece basit. Bugün Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletini kim kurduysa PKK’yı da o kurdu, yani Amerika.

Elbette kuruluş evresinde örgüt aşırı sol argümanlarla hareket etti ama her dönem bölücüydü, etnik bir örgüttü ve zaten PKK’nın temel tespiti de Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğudur.

Fakat burada başka bir tahrifat daha var. Cumhuriyet dönemindeki ayaklanmalar etnik Kürtçü ayaklanmalar değilmiş Başbuğ’a göre. Ama başında bulunduğu TSK bugüne kadar bu ayaklanmaların etnik bölücü, Kürtçü ayaklanmalar olduğunu belirtiyor.

Aslında Başbuğ bu konuşmasıyla, TSK’nın tüm geçmişinin üzerine bir çizgi çizmiş, TSK’nın geçmişini yok saymıştır. Bunun nedeni ise basittir, eğer Cumhuriyet dönemindeki ayaklanmalar dış destekli değilse bugünkü de değildir. O zaman, PKK’nın arkasında Amerika yoktur! Obama’dan sonra böyle bir konuşmanın yapılması da son derece normaldir.

Ama Başbuğ tarihi bir meseleyi ele alırken tarihsel gerçekleri tümüyle bir kenara bırakmıştır. Konuşmasında Osmanlı’nın son dönemlerinden, Osmanlı’nın yıkılmasından bahsediyor, ama Osmanlı’yı yıkan devletlerden ve yıkan antlaşmalardan söz etmiyor.

Etse, Türkiye’yi o dönem paylaşan emperyalizmden söz etmesi gerekir, ama Başbuğ emperyalizm diyemez!

Hele hele o emperyalist devletlerin ismini vermesi gerekir ki onu hiç diyemez!

Ve Sevr’den de bahsedemez!

Çünkü Sevr’den bahsetse, Türkiye’de bir Kürt meselesi, bir Ermeni meselesi olmadığını ortaya koyması gerekir. Sevr’de çizilen Kürdistan haritasının bugün uygulamaya konulduğunu tespit etmesi gerekir. Sevr’i o dönem başaramayan Amerika’nın bugün de bu planın arkasında olduğunu, bugün ise BOP haritasının Sevr haritasının yerine geçtiğini söylemesi gerekir.

Ama söyleyemez çünkü Amarika’yla arasını bozmak istemez. Çünkü Başbuğ’a göre Amerika emperyalist bir ülke değildir! Hatta ve hatta Irak’ta işgalci olan bir ülke bile değildir.

Amerika ve Türkiye

Başbuğ’a göre Amerika bir ulus-devlettir ve biz de Amerika’dan bunu örnek almalıyız!

Bu gerçekten de Başbuğ’un dünya siyaset ve sosyoloji literatürüne özgün bir katkısıdır! Tebrik etmek gerekir. Amerikan Anayasası’nın, Amerikan üniversitelerinin, Amerikan sosyologlarının, Amerikan siyaset bilimcilerinin 200 yıldır göremediğini Başbuğ görmüş ve Amerika’nın bir ulus-devlet olduğunu bulmuştur!

Ama Başbuğ yine de bu konuşmalarını yurtdışında yapmasın bizce, dinleyenler gerçekten gülebilir.

Amerika Birleşik Devletleri, orijinal adıyla United Statets of America. Adı üstünde “birleşik devletler”. Peki neden birleşik devletler? Çünkü Amerika’da kendi kendini yöneten devletler vardır ve Amarika da bu devletlerin birleşmesinden oluşmuştur. Bu devletlerin her birinin kendi özerkliği vardır ve ABD’de siyasal sistem federasyondur!

Başbuğ daha lise düzeyinde bile bilinen bu gerçekleri bilmemekte ve Amerika’nın bir ulus-devlet olduğunu iddia etmektedir. Bununla da yetinmemektedir Türkiye’nin de Amerika gibi ulus-devlet olması gerektiğini söylemektedir!

Türkiye-Amerika benzerliğini o kadar abartmıştır ki konuşmasının bir yerinde köy korucularından bahsederken Amerika’nın da bu sistemi örnek aldığını ve Irak’la Afganistan’da köy koruculuğunu başlattığını övünerek söylemektedir.

İnsanın biraz düşünmesi gerekir; Amerika Irak ve Afganistan’da niçin var, biz Güneydoğu’da ne için varız? Başbuğ ABD’nin Irak’ta ve Afganistan’da işgalci ve sömürgeci bir devlet olduğunu gözden kaçırdığını sanabilir, ama aslında tam tersini yapmaktadır, Türkiye’nin de ABD gibi işgalci ve sömürgeci bir ülke olduğunu akıllara getirmektedir.

Yazık demek gerekir, PKK’nın kurulduğundan bu yana söylediğini kalkıp bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı da söyleyebilecekse...

Türkiye Silahlı Kuvvetleri değil Türk Silahlı Kuvvetleri

Ama örnek Amerika olunca Başbuğ’un yanlışları gittikçe çoğalmaktadır. Türkiye’nin Amerikan tarzını benimsemesi için yapılan konuşmasında millet tanımı üzerinde de çok önemli yanlışlar yapmıştır.

Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımlamasını yorumlamıştır Başbuğ, ama yanlış yorumlamıştır.

Doğru, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ırki, etnik, mezhepsel temeller değildir belirleyici olan. Önemli olan Türkiye coğrafyasında yaşamak ve devletin kuruluşuna katılmaktır. Eğer bunları yaptıysanız size Türk milleti denir.

Buraya kadar doğrudur, ama Başbuğ bir adım daha atmış ve Atatürk’ün Türkiye halkı dediğini, Türk halkı demediğini, eğer Türk halkı dese bunun dışlayıcılık ve bölücülük olmuş olacağını söylemektedir.

Bu ise inanılmaz bir gaflettir. Atatürk’ün Türkiye halkı demesinden kasıt basitttir, Türk milletinin coğrafi sınırlarını çizmiştir. Bu ise Misak-ı Milli’yle belirlenmiş Türkiye coğrafyasıdır.

Ancak Atatürk’ün kastı Türk milletini bir üst kimlik olarak belirlemek ve Türkiye halkını ise bu milli kimliğin alt unsurları olarak almak değildir. Nitekim Atatürk’ün Türklük, Türk milleti ve Türkiye üzerine daha çok konuşması ve yazısı vardır. İsterse Başbuğ bunları da inceleyebilir.

Ama çok basit bir sosyolojik karmaşa çıkmaktadır ortaya. Madem Türkiye coğrafi bir tanımlamadır, neden bu coğrafyaya Türkiye denmiştir?

Soru son derece anlamlıdır, mesela Atatürk neden Anadolu halkı, Küçük Asya halkı gibi bir şey dememiştir?

Çünkü coğrafyayı coğrafya olmaktan çıkaran, ülke ve devlet haline getiren bir toplumsal tarih vardır. Coğrafyaların adları, o bölgede yaşayan milletlerin adıyla anılır.

Peki Türkiye ne demektir?

Çok basit; Türk ülkesi!

Yani Başbuğ’un sandığı gibi Türkiye, alt etnik kimlikleri toparlayan bir isim değildir.

Türkiye adı bin yıldır bu coğrafyanın adıdır, çünkü bin yıldır burada Türkler yaşar ve burası da Türklerin ülkesidir!

Türkiye’de yaşayan halka da Türk halkı denilir, Türkiye halkı değil.

Aynı şekilde Almanya’da yaşayanlara Alman halkı denir Almanya halkı değil!

Türkiye’nin kültürel değerlerine Türk Kültürü, diline Türk dili denir.

İnsanına Türk insanı denir.

Hatta askerine Türk askeri, ordusuna Türk Ordusu denir!

Başbuğ omzundaki yıldıza bir baksa, Türkiye Silahlı Kuvvetleri’nin değil Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı olduğunu görecektir.

Demek ki dikkatli konuşmalıdır, çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri adına konuşmaktadır, Türkiye Silahlı Kuvvetleri adına değil!

Peki Başbuğ’daki kafa karışıklığı nereden gelmektedir?

Son yıllarda Türk’ü etnik bir kimlik olarak tanımlama ve gösterme çabaları etkili olmuştur. İnsanlar Türk tanımlamasının dışlayıcı bir alt kimlik olduğuna inandırılmaktadır. Halbuki Türk, bu coğrafyada yaşayan tüm insanları kapsayan bir kimliktir.

Başbuğ’un dediği gibi bir isimdir ama eğer Türk’ü kullanmayalım, Türk milletini kullanalım derseniz yine yanlış yaparsınız. Mesela Almanya’da ve İngiltere’de, o devletler kendi halkını tanımlarken İngiliz derler, İngiliz milleti değil, Alman derler Alman milleti değil!

Zaten Alman milleti derseniz tam da Başbuğ’un dediği gibi sıfat olur isim olmaz!

Ama aynı şekilde Türk milleti derseniz sıfat olur.

Türk ise bu coğrafyada yaşayan halkın ismidir.

Teröristler de insan mı?

Başbuğ, bu konuşmayı Harp Akademileri’nde yapmış. Eğer o akademide öğrenci olsa, bu konuşmasıyla yalnızca sosyolojiden, siyaset biliminden ve tarihten değil, Türkçeden de kalırdı...

Ama en azından insanlıktan sınıfı geçmiştir!

Başbuğ yeni bir keşifte bulunmuştur, teröristlerin de neticede insan olduğunu ortaya koymuştur.

Bravo diyoruz!

Ama biraz düşünse Başbuğ, hayvanların zaten terörist olamayacağını bilir, mesela bir öküz eline silah alıp Türk devletini yıkmaya çalışacak değildi ya! Mantıken teröristin insan türüne dahil olması gerekir, biyolojik olarak tabii.

Ama biyolojik bir varlığın aynı zamanda o türe ait özellikleri de göstermesini beklersiniz. Yani bir insandan insanlık beklersiniz. Burada biyolojinin sınırları aşılır, etiğin, ahlakın sınırlarına girilir.

Terörist bu sınırları aşıyor mu aşmıyor mu, ona bakılır.

Mesela terör kardeş kavgası ise, bu insanca bir davranış mıdır?

Mesela terörist bebek öldürüp hâlâ insan kalabilir mi?

Bu hem ahlakın hem de ceza yasalarının sınırına girer.

Başbuğ terörist kriminal bir suçludur demektedir ki burada da yanılmaktadır.

Ne yani, teröristlik oto hırsızlığı gibi bir şey midir?

Ama Başbuğ bununla da yetinmemiş teröriste terörist bile dememektedir, konuşmasının bir yerinde terör örgütünden bahsederken şöyle demektedir: “... 40.000’e yakın personelini kaybetmiştir.”

Yani neymiş, teröristler hem insanmış hem de personel!

O zaman PKK’ya SSK bir yazı gönderse bari de şu personelin sigorta primlerini de ödemesini istese!

Ama insanlığa dönersek, örneğin bir seri katil de neticede insandır.

Bir tecavüzcü de neticede insandır.

Başbuğ, kızına tecavüz edilen bir babaya tecavüzcü de neticede insandır diyebilir mi?

Peki binlerce evladını teröre şehit veren bir halka nasıl teröristler de neticede insandır diyebilir!

Başbuğ yine teröriste terörist demeden şunu da açıklamaktadır:

“Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.”

Yani PKK’ya af çıkarılmalıdır!

Başbuğ belki PKK’ya af isteyebilir, hatta kudreti vardır, bunu başarabilir de, ama bilmelidir ki o Genel Kurmay Başkanını ne kendi askeri ne milleti ne de tarih affeder.

İsterse Osmanlı’nın son dönemindeki paşalara bir baksın...GÖKCE FIRAT

Hiç yorum yok: