Fethullah ve püf noktası
Fethullah ne diyordu:
“Arkadaşlarınızın mevcudiyeti, İslam'ın geleceği adına bu işin garantisidir yani. Bu açıdan Adliye’de, Mülkiye’de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mecburiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin. Hálá bu sistem devam ediyor. Bu sistem içinde arkadaşlarımız istikbale yürüyeceklerdir. Öyleyse o sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım, keşfetmeleri lazım. Aşmaları lazım. Bu da meselenin diğer bir yanıdır.”
Evet, bundan on yıl önce televizyonlara düşen ünlü kasedinde böyle diyordu Fethullah. İki kurum ise öncelikli önemliydi, biri adliye, biri mülkiye. Bu iki kurum ele geçirilecekti.
Ama bu konuşmada asıl önemli kavram “püf noktası” kavramıydı.
Sistemin püf noktaları bulunacak ve aşılacaktı!
İşte şu anda yapılacak olan referandum, bulunan bu püf noktalarından birisidir, belki en önemlisidir. En önemlisidir çünkü bu anayasa taslağı geçerse, AKP’nin artık püf noktası bulması ve aşması gibi bir sıkıntısı kalmayacak. Çünkü sistem AKP’nin eline geçmiş olacak!
Tayyip ve hukuk yanyana gelince neden ters mıknatıslanma yapar?
Peki bu referandumla ilgili püf noktaları neler?
AKP inanılmaz bir yüzsüzlükle, tarihin en yalan kampanyasını yürütüyor, en büyük demogoglar sahne alıyor, en büyük tehditler savruluyor, en kafa karıştırıcı söylemler havada uçuşuyor.
AKP’nin tüm bu kirli, kara ve yalan propagandasının altında yatan püf noktaları o nedenle açığa çıkartılmalı.
AKP’nin en çok başvurduğu kavram, yargının meclisi kuşattığı.
Tayyip Erdoğan’ın hukuk düşmanlığı, Yargıtay’a, Danıştay’a kini, Anayasa Mahkemesi ile olan “ters mıknatıslanması” en bilinen şeyler.
Öncelikle “hukuk ve Tayyip”in, “hukuk ve AKP”nin neden biraraya geldiklerinde böylesine bir “ters mıknatıslanma” yaptığını açıklayalım.
Bundan 3 sene önce şöyle yazmıştık:
“Kürt-İslam Sentezi aslında bir sentez değil faşizmdir ve bu ikisi arasında çok önemli bir fark vardır.
Kürt-İslamcı güçler, kendi güçlerine güvenerek demokratik bir ortamda iktidara gelip, bu iktidarlarını da yine demokratik bir rejim altında sürdürecek bir geleneğin ürünü değildirler.
Temelinde bir kabile düzeyini hiç aşamamış ilkel bir Kürt kavmiyetçiliği ile yine bu toplumsal yapının ürünü olan şeyhlik olduğu için Kürt-İslamcı hareket doğal olarak ilkel bir diktatörlük, faşizm ile kendini ortaya koymaktadır.
Her siyasal ideoloji çağımızda hukuksal zeminde yükselir. Ancak bu Kürt-İslamcı faşistler kesinlikle hukuksal bir rejime karşıdırlar. Bunların düzeninde değil hukuğa, kanuna bile yer yoktur.
Bunlar hukuk devletini rafa kaldıracak, kanun devletini bile mumla aratacak bir emir devleti kuracaklardır.
Burada emir devleti ifadesi tam oturmaktadır: Nitekim bugün bile Şeriatçı ülkelerin başında Emirler bulunmaktadır.
Şeriatçı rejimin sahipleri, Şeyhler, Emirler gücü halktan değil Allah’tan aldıklarını iddia ederler. Bu nedenle halkın iktidardaki temsilcisi değil, Allah’ın yeryüzündeki emir eridirler.
Şeriatçıların ağzındaki “Allah’tan başka kimseden korkmam” sözünün gerçek anlamı da “Allah’tan başka kimseye hesap vermemektir.”
Böylece yeryüzünde her türlü hukuki yaptırımdan kurtulur, öbür dünyada Allah’a hesap vereceklerini söylerler.
Şeriatçı hareketin bu hukuksuz, kanunsuz ve elbette halktan onların çok sevdikleri ifadeyle “cumhur”dan bağımsız ve onun üstündeki diktatörlüğü böylesi bir ideolojinin sonucudur.”
Tayyip’in yargı korkusu
Böylesi bir bakış açısı içinde yetişen bir faşistin hukuktan korkması aslında onun demokrasiden ve en başta da halktan korkması anlamına gelir.
Tayyip, her ne kadar “halka gidelim” söyleminin ardına sığınsa da, aslında onun hukuk korkusu, halk korkusundandır.
Nitekim kendisi yıllar öncesinde “halkı din, dil, ırk kökeninde ayırarak iç düşmanlık ve kışkırtıcılık yapmaktan” mahkum olmuş, sabık bir kışkırtıcıdır.
Aynı kışkırtıcılığa bu referandum kampanyasında da tam gaz devam etmekte, halkı ikiye bölmekte, birbirine karşı kışkırtmakta, kamplara bölmeye çalışmaktadır.
Gelelim şu yargı kuşatması meselesine.
Bir siyasetçinin, hele hele bir iktidarın yargıdan bu şekilde bahsetmesi bile aslında suçtur.
Çünkü yargı, parlamenter demokratik sistemde zaten “yürütmeyi” ve “parlamentoyu” hukuki yönden denetlemek için vardır.
Yani yetkiyi eline geçiren istediğini yapamasın, Tayyip gibi ali kıran baş kesen olmasın diye yargı üçüncü ve bağımsız bir erk olarak kurulmuştur.
Tayyip, yargıya hesap vermek zorunda olan bir hükümetin başındaki insandır. Eğer hukuksuzluk yaparsa yargının buna karşı çıkması en doğal olanıdır, çünkü yargı suç işlenmesine göz yumamaz.
Nasıl ki her Türk vatandaşı, tüm kanunlara uymak zorundaysa, en başta hükümet de uymak zorundadır. Hükümet olmak demek yargı denetiminin dışına çıkma hakkı vermez kimseye.
Ama Tayyip’in istediği tam da budur, hata daha beteri, yargının kendisine doğrudan bağlanmasını istemektedir.
Nitekim evet çıkarsa, yargı, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı Tayyip’in eline geçmiş olacaktır.
Yargı düşmanlığı yapmak suçtur
Tayyip Erdoğan’ın yargı kurumu ve mensupları hakkında kullandığı kelimeler son derece kışkırtıcıdır ve suç niteliğindedir.
Türkiye’de hiçbir katil, hiçbir hırsız, hiçbir tecavüzcü kalkıp Danıştay’a, Yargıtay’a, hukuk sistemine küfredemez.
Yargıya karşı söylenen bu sözler, birincisi ceza hukuğu açısından kovuşturmayı gerektirir. Ama Tayyip’in dokunulmazlığı olduğu için bu kovuşturmalar açılamamaktadır.
İkincisi tazmunat hukkunu ilgilendirir, her bir hakimin ve hukukçunun kendisine tazminat davası açma hakkı doğurur. Bugüne kadar bu hak kullanılmamıştır ama aynı anda binlerce yargıç ve hakim Tayyip’e dava açabilir.
Ama en önemlisi Tayyip’in bu açıklamaları, doğrudan anayasa hukukunu ilgilendirir. Çünkü yargı düşmanlığı, parlamenter sistem ve demokratik rejime karşı girişilen bir suçtur.
Anayasa Mahkemesi’nin sadece bu sözlerden dolayı bile AKP’ye karşı bir kapatma davası açması gerekmektedir. Çünkü, demokratik rejimi ortadan kaldırmaya çalışmak, Anayasayı ihlal suçuna girer.
Anayasa Mahkemesi AKP’nin eline geçecek
Referandum taslağının öne çıkan iki püf noktası var: Anayasa Mahkemesi (AYM) ve HSYK’nın yapısı.
Bilindiği gibi AKP her iki hukuk kurumuna da düşman. Düşman ama bu kurumları ortadan kaldıramıyor. Kaldıramadığı için de bir şekilde aşmayı çalışıyor.
En önemlisi Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi.
AYM’nin 11 asıl, 4 yedek üyesi bulunmaktadır.
2 asıl üyeyi Yargıtay, 2 asıl üyeyi Danıştay, 1 asıl üyeyi Askeri Yargıtay, 1 asıl üyeyi Askeri Yüksek İdare mahkemesi, 1 asıl üyeyi Sayıştay, 1asıl üyeyi YÖK, 3 asıl üyeyi ise avukatlar arasından, Cumhurbaşkanı seçer.
Yani mevcut düzenlemede tüm AYM üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. Sistemimizde TBMM’nin AYM üyesi belirleme yetkisi yoktur.
AKP’nin referandum paketinde ise AYM’nin üye sayısı 11’den 17’ye çıkartılıyor. Bu 17 üyeden 14’ünü Cumhurbaşkanı, 3’ünü ise TBMM seçiyor.
Görünüşe bakılırsa pek bir şey değişmiyor ama püf naktasına baktığımızda herşey değişiyor.
Birincisi TBMM AYM üyelerini %50 çoğunlukla seçiyor. Yani bir uzlaşma aranmıyor, çoğunluk hükümeti tüm üyeleri kendi yandaşları arasından seçebilecek.
Böylelikle AYM içinde 3 hükümet müfettişi yerleştirilmiş olacak.
Ama daha önemlisi diğer 14 üyenin seçimi.
Sayıştay’ın üye sayısı 1’den 2’ye çıkarılıyor. Ama zaten Sayıştay üyeleri de TBMM tarafından seçiliyor.
Demek ki aslında bu 2 üyeyi de TBMM belirlemiş, yani %50 çoğunluk elde eden hükümet belirlemiş olacak.
AYM içindeki hükümet temsilcisi sayısı böylelikle 5’e çıkmış oluyor.
Şu anda 1 olan YÖK kontenjanı da 3’e çıkartılıyor. YÖK de bilindiği gibi AKP’nin tüm 12 Eylül karşıtı söylemine karşın kaldırmadığı bir kurum. Ve tümüyle hükümetin denetiminde.
3 üyeyi de burdan ekledik mi hükümet temsilcisi sayısı 8’e çıkıyor.
Cumhurbaşkanı’nın doğrudan kendi tercihiyle seçtiği üye sayısı 3’ten 4’e çıkıyor. Cumhurbaşkanı da hükümet tarafından belirlenmiş bir cumhurbaşkanı.
4 üyeyi daha ekledik mi AYM içinde 17 üyeden 12’sinin doğrudan hükümet temsilcisi olduğunu görüyoruz.
Bu ise doğrudan doğruya AYM’ni ele geçirmek anlamına gelmektedir.
Tayyip’in katakullisi
Hukuki açıdan püf noktası bununla sınırlı değil elbette.
Çünkü AKP %33 oyla iktidar geldi ve TBMM’nin % 67’lik çoğunluğunu ele geçirdi.
İkinci gelişinde oyları artmış % 42’yi bulmuştu ama bu defa yine TBMM’nin %60’ını denetledi.
Bu ise demokrasinin en önemli koşulu olan temsil adaletinin çiğnendiğini gösterir. AKP’ye oy veren %40 ile TBMM’nin %60’ı ele geçirilmekte, bu şekilde AYM’nin 17 üyesinden 12’si hükümet tarafından belirlenmekte ve buna halkın, milletin seçimi denmektedir.
Kaldı ki AKP milletvekillerini de AKP teşkilatının değil tek başına Tayyip Erdoğan’ın belirlediğini biliyoruz.
Yani AKP’nin sisteminde Tayyip milletvekillerini belirlemekte,
o milletvekilleri cumhurbaşkanını seçmekte,
elbette Tayyip’in belirlediği adayı seçmekte,
sonra Tayyip’in belirlediği cumhurbaşkanı Tayyip’in milletvekillerinin önerdiği adaylar arasından AYM üyeleri seçmektedir.
Bu, tam da Fethullah efendinin bahsettiği “katakulli”dir!
Tayyip, sistemin püf noktasını bulmuş ve aşmıştır.!
Tayyip’e başkanlık, Kürdistan’a özerklik gelecek!
Öncelikle siyasi partilerin denetimini AYM yapıyor. Yani Anayasal düzenin dışına çıkacak partiler AYM tarafından denetleniyor ve en büyük yaptırım olarak da kapatılabiliyor.
AKP hakkında açılan kapatma davasında ise AKP’nin laiklik karşıtı odak olduğu ancak kapatma yerine para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmişti.
Eğer bu referandumda evet çıkarsa bir daha AKP hakkında açılacak davaya AKP’nin belirlediği AYM üyeleri bakacak!
AKP’nin her türlü hukuk dışılığı bu şekilde AYM güvencesi altında yapılmış olacak.
Kaldı ki herhangi bir milletvekili kendi partisinin kapatılmasına yol açacak bir eylemde bulunsa bile milletvekilliği düşmeyecek.
Mesela BDP’nin bir milletvekili dağa çıksa bile milletvekilliği düşmeyecek!
Ama çok daha önemlisi AKP’nin önümüzdeki dönem hazırlayacağı yasa teklifleri de AYM denetiminden geçecek.
Örneğin PKK’nın önerdiği özerk Kürdistan’ı AKP bir yasa haline getirirse ne olacak?
Muhalefet AYM’ye başvuracak. AYM’deki AKP’li üyeler ise bunun Anayasa’ya uygun olduğu kararını verrlerse Özerk Kürdistan kurulabilecek.
Mesela parlamenter sistemde Cumhurbaşkanlığı’na başkanlık yetkisi verilir ve bu yasalaştırılırsa ne olacak?
AYM bu değişikliği de onaylayacak.
Kısacası çok kısa bir dönemde, yani 2011 seçimlerine kadar geçecek dönemde Tayyip’in başkanlık, Kürdistan’ın özerklik yolu açılabilecek.
Kaldı ki AYM’yi ele geçiren AKP’nin seçim yasasında yapacağı değişiklikleri düşünmek bile korku veriyor.
Ama 2011 seçimlerini de alacak bir AKP zaten bir daha seçime gitmeyecektir. Çünkü tüm kurumlar ele geçmiş olacaktır.
HSYK’nın ele geçirilmesi
Referandumda ikinci önemli kurum ise Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK). HSYK’nın görevi hakim ve savcıların atamasını yapmak, gerekirse görevden almak.
HSYK’nın 5 hukukçu üyesi var. Bunların 3’ü Yargıtay’dan, 2’si Danıştay’dan seçiliyor. Adalet Bakanı Kurul’un başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise kurulun üyesi. Böylelikle 7 kişilik bir kurul oluşuyor.
Referandum paketi ile kurulun hukukçu üye sayısı 10’a çıkarılıyor. Ama bu 10 üyeyi Tayyip’in düşman olduğu Danıştay ve Yargıtay değil, tüm hakim ve savcılar seçiyor.
Daha demokratikmiş gibi gelen bu seçimin de elbette püf noktası var. Yargıda tecrübeli ve hukuk devleti bilinci ile yetişmiş Yargıtay ve Danıştay üyelerini tasfiye etmek. Fethullah’ın deyimiyle aşmak!
Ama bu kadar değil. HSYK’nın üye sayısı 21’e çıkıyor. 10’unu AKP’yi hakim ve savcılar seçecek ama kalanları kim belirlecek?
4 üyeyi Cumhurbaşkanı seçecek.
Yargıtay yine üç üye seçecek ama Danıştay’ın payı 2’den 1’e düşecek.
1 üye ise Türkiye Adalet Akademisi tarafından belirlenecek.
O halde 21 üyelik HSYK’da 2’si doğrudan Hükümet temsilcisi, 4’ü Cumhurbaşkanının seçtiği hükümet temsilcisi, toplam 6 sağlam AKP’li olacak.
Eğer hakim ve savcıların seçtiği 10 üyeden 5’i de AKP’li olursa, kuruun 11 kişilik çoğunluğu AKP’nin, dolayısıyla Tayyip’in eline geçmiş olacak!
HSYK’nın başkanı din öğretmeni olacak!
Peki HSYK neden önemli?
HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyelerini belirliyor. Yani Tayyip’in düşman olduğu kurumları. AKP’nin bir türlü ele geçiremediği kurumları.
Böylelikle Yargıtay ve Danıştay da AKP’nin eline geçmiş olacak.
Mesela şu an görülen Ergenekon davası Yargıtay’a gittiğinde, Yargıtay zaten AKP tarafından belirlenmiş olacak!
Tabi işin daha hukuksuz yanı, Yüksek Yargı mensuplarının atamasını yapacak üyelerin Yüksek Yargıdan değil, sıradan hakim ve savcılar tarafından belirlenecek olması.
Mesela önümüzdeki dönemde HSYK Başkanvekili sıradan bir hakim ya da savcı olabilir. Hukuki kıdem olarak kendi üstlerinin atamasını bu kişiler yapmış olacak.
Tabi bir de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının seçimi var.
Mesela AKP’nin ele geçirdiği HSYK’nın seçeceği Başsavcı CHP ve MHP için kapatma davası açabilir!
Açar ve üsteklik bu davaya 12’si AKP’li olan AYM bakacaktır.
HSYK’yı ele geçirmek aynı zamanda diğer siyasi partileri ele geçirmek için atılmış bir adımdır.
Ama çok daha vahimi, HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı’nın yetkilerinin arttırılması. Böylelikle tüm HSYK atamalarını Bakan yapacak.
Yargı bağımsızlığı sizlere ömür.
Peki Bakan nasıl seçilir?
Ülkemizde bakan olmak için ilkokul mezunu olmuş olmak yeterlidir.
Mesela AKP önümüzdeki dönem İmam Hatip Lisesi Mezunu birini ya da bir lise din öğretmenini Adalet Bakanı olarak atarsa, bu bakan tüm hukuk sisteminin başına geçmiş olacak.
Yargıtay ve Danıştay üyelerini bu din öğretmeni belirleyecek.
Yani Fethullah’ın deyimiyle sistem aşılacak! GÖKCE FIRAT
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder