Sadullah Bey, ben tutsaklara balon yollayan çocuk Öykü’nün babasıyım. Hani kızımız Öykü’nün tutsak amca ve teyzelerine yolladığı balonlara devlet, ‘sakıncalı ve tehlikeli’ diyerek el koymuştu da, biz anne ve baba olarak basın açıklaması yapmıştık. Gerek kamuoyu ve basın, gerekse tutsaklar, balonların ‘sakıncalı’ diye yasaklanması olayını ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ filmine benzetmişti. Bunun üzerine Akın Birdal mecliste, yanıtlamanız isteğiyle soru önergesi vermiş ve Öykü’nün balonlarının akıbetini sormuştu. Doğrusunu isterseniz, sizin bu konuda tutsaklardan yana tavır alacağınızı düşünmüştük. Yanılmışız. 21.05.2010’da Sayın Birdal’ın soru önergesine verdiğiniz yanıtı gecikmeli olarak okuduk. Hayal kırıklığına uğradık ve üzüldük. Balonlar hukukla bağdaşmaz demiş ve yönetmeliği tutsakların aleyhine yorumlamışsınız. Neden böyle yaptınız Sadullah Bey. Yasaları bir kez olsun tutsakların lehine yorumlayamaz mıydınız? Oysa hukuktan biraz anlayan bir insan, yasaların yorumlanacağını bilir.
Sadullah Bey, biz aynı zamanda hemşeriyiz. Normal koşullarda, örneğin Antakya parkında ‘Orta Kahve’de oturup sohbet ediyor olsaydık size, ‘Sadullah ya da sevgili Sadullah’ diye hitap etmem gerekirdi. Veya size bu mektubu yazarken ‘Saygıdeğer Bakanımız’ diye başlayabilirdim. Ama bu unvanları hak etmek gerekiyor değil mi Sadullah Bey? Unvanı, halk verirse kalıcı olur. Yoksa bakanlıklar geçicidir. Biliyorsunuz memleketimiz Antakya’dan çok önemli insanlar çıkmıştır. Bakan veya milletvekili olmadan insanların gönlünde taht kuran değerler. Örneğin Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk, şair Ali Yüce, erken kaybettiğimiz Ayşe Nur Zarakoğlu, 1969’da yargısız infaz sonucu katledilen Hatay’ın ilk sosyalistlerinden Yalçın Ergönül, 12 Eylül darbesinden sonra sosyalist olduğu için hapse atılan, çıktıktan sonra en zor dönemde, 1980’li yıllarda İHD ve Halk Evi yöneticiliği yapan rahmetli babam şair yazar Süleyman Okay. Ve diğerleri.
Sadullah Bey, biliyorsunuz Hatay halkı ‘lakap’ takmakta ustadır. Keşke kadim Antakya’ya layık bir bakan olsaydınız ve Hatay halkı veya kızım sizi ‘Balon−sevinç düşmanı veya Gargamel’ olarak anmasaydı. Ama merak etmeyiniz. Sizin balonları yasaklayan kararınızı kızımız Öykü’ye anlatmadık. Onun küçük ve saf yüreğinin örselenmesine gönlümüz razı olmadı. Dikkat ettiyseniz kızımızı, onun ruh sağlığını düşünerek, basın önüne de çıkarmadık. Zira amacımız reklam yapmak değil, cezaevleri karanlığına bir mum ışığı olabilmekti.
Sadullah Bey, balonlar konusunda verdiğiniz cevapta, yönetmeliği detaylarla önümüze çıkarmanızı yadırgadık. Şunu hatırlatmama izin verin, “Çocuk Öykü’nün yolladığı balonlar, tutsaklarla tutulan tutanaktan sonra emanete kaldırılmıştır, yönetmeliğe göre tahliye olduklarında alabilir veya bir yakınlarına yollatabilirler…” demişsiniz. Bunun kocaman bir yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz. Zira balonları vermeyen cezaevlerinin çoğunda tutsaklara haber bile verilmemiştir. Kaybolan, cezaevlerinde sahiplerinin eline geçmeyen mektup ve kitaplarımızı saymıyorum. Ayrıca cevabınızda balonları veren cezaevlerine de uyarı yolladığınızı, daha sert olmaları gerektiğini söylemişsiniz. İşte bunu size yakıştıramadık Sadullah Bey.
Sadullah Bey, zor bir görev üstlendiniz. Bu ülkede özgürlük, eşitlik, insan hakları ve barış diyenler hep Gargamel’lerin saldırısına uğramıştır. Ve bu ülkenin adalet bakanları genellikle kötü icraatlarıyla tanınmıştır. Biliyorum bu ülkede Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı olmak çok zordur. Zira adaletsizliğin, hak ihlallerinin hüküm sürdüğü, üç darbe gören ve halen darbe anayasasıyla yönetilen ve 30 yıldır adı konulmamış bir savaşın sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Halefleriniz de bu görevden alınlarının akıyla çıkamamışlardı. Örneğin bugün hem Türkiye Adaletinin, hem AİHM’nin ‘devlet katliamı’ olarak tanıdığı ‘19 Aralık Hayata dönüş operasyonu’nun mimarı Hikmet Sami Türk, her 19 Aralıkta bedduayla anılıyor. Örneğin Mehmet Ali Şahin, yazar Temel Demirer’in mahkemesine müdahalesiyle ayrıca güvenlik güçleri tarafından katledilen Baran Tursun ve Uğur Kaymaz’la birlikte anılıyor. Siz de “Her tarafım kuşatılmış, yasalar elimi kolumu bağlıyor, mağdurlar için bir şey yapamıyorum.” diyebilirsiniz. Ben de hemen size, “O zaman delikanlıca istifa etseydiniz veya var olan yasaları hakkaniyetle uygulasaydınız, kızım Öykü’nün balonlarının yasaklanmasını açıklamak için öne çıkarttığınız kendi yönetmeliğinize −tutsakların lehine yorumlayarak− uysaydınız” derim.
Sadullah Bey, siz hiç cezaevlerinde araştırma yaptınız mı? Örneğin İHD’nin, TİHV’nın, ÇHD’nin, TTB’nin raporlarını okuyor musunuz? Sizi ziyarete gelen ve cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaları anlatan, yönetmeliğe uymadığınızı belgelerle kanıtlayan bu örgüt temsilcilerini dinleyip, ‘haklısınız’ demekten başka ne yaptınız. Tutsakların mektuplarına yer veren gazete ve dergileri okuyor musunuz? Veya hiç benim web siteme girip tutsak mektuplarını okudunuz mu? Keyfi cezaları, tecridi, örneğin bir cezaevinde serbest olan renkli kalemlerin diğer cezaevinde yasak olduğunu, bir cezaevinde sınırsız kitap bulundurulurken diğerinde beşten fazlasının yasak olduğunu, Erzurum cezaevinde mektupların bir ay bekletildikten sonra tutsaklara verildiğini, Kırklareli cezaevinde fiziki şiddetin günlük hale geldiğini, bazı cezaevlerinde türkü söylemenin, yüksek sesle gülmenin iletişim yasağına neden olduğunu dehşete kapılıp okudunuz mu?
Okuduysanız bunların dolaylı sorumlusu olarak hiç hicap duymuyor musunuz?
Halefiniz M. Ali Şahin, Engin Çeber’in gardiyanlar tarafından işkence ile öldürülmesi üzerine, “Devletim ve hükümetim adına özür dilerim” demişti. Siz, bakanlığınız döneminde tedavileri yapılmadığı için cezaevinde hayatını kaybeden tutsaklar Ali Çekin, Hasan Kert, Beşir Özer, Kuddusi Okkır, İsmet Ablak ve Kırklareli cezaevinde işkence sonucu öldürülen Mehmet Kılınç için özür de dilemiyorsunuz Sadullah Bey. Ya Güler Zere?
Acaba bakanlık süreniz doluyor diye mi bunları görmezden geliyorsunuz Sadullah Bey? Peki ya peşinizi bırakmayacak olan mazlumların ah’ını düşündünüz mü? Siz bildiğim kadarıyla dini bütün bir adamsınız. Benim de büyüklerim ibadetlerini aksatmayan, haramdan korkan insanlardır. Kendimi bildim bileli mazlumların, ezilenlerin safında yer aldığım, bu uğurda bedeller ödediğim için yerimin cennet olacağını söylüyor ve benim için dua ediyorlar. Ben ve eşim ve arkadaşlarım, yaşadığı dünyayı cennete çevirmek isteyen, bu uğurda bedel ödeyen 68 ve 78 kuşağının çocuklarıyız. Bizim ortak değerimiz ve ereğimiz: Özgür, eşit ve barış içinde yaşayacağımız, sınıfsız ve sınırsız bir dünya ütopyasıdır. Zindanlarınızda, zebanilerin eziyet ettiği, binlerce politik tutsağın ütopyası gibi…
Sadullah Bey, Öykü’nün balonları ve tutsakların yaşam koşulları konusunda kamuoyu bir fikir sahibi oldu. Bu ülkede Gargamel’lere inat, onların sakıncalı saydığı balonları ve uçurtmaları cezaevlerinin önünden havalandırıp, tutsakları selamlayacak, yüreği sevgi dolu ‘Şirinler’ vardır. Duvarların öte yanında ‘yönetmeliğiniz’ geçersizdir. Tüm uçurtma ve balonları vurmanız da mümkün olmayacaktır. Benim diyeceklerim şimdilik bu kadar. Şimdilik diyorum, zira iki elimiz kızıl kanda bile olsa, İnsan hakları ihlallerine karşı yine yazacak, yürüyecek ve itiraz edeceğiz. Ancak bitirmeden hatırlatmak istiyorum: Bakanlık süreniz dolmak üzere. Henüz zamanınız var. Bari cezaevlerinde yatan 49 ağır hasta tutsağa destek olun. İşte size hayır duası alabileceğiniz bir fırsat. Tarihe adınızın nasıl geçeceğine karar verin. Ancak acele edin. Zira yarın çok geç olabilir…
Okay ailesi adına
28 Mayıs 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)