Yaşamın zorlaştırdılar, hep birlikte zorla nefes alıyoruz. Ağırlaşan koşullar altında koro halinde inliyoruz. Aynı sorunlarla boğuştuğumuz halde biz birbirimizi anlamakta zorluk çekiyoruz. Onun içindir ki, gelen-geçen sırtımızdan eksik olmuyor. “Gelen ağam giden paşam” diye diye yaşamımızı köle gibi sürdürüyoruz. Bunun bile farkında değiliz.
Devletin zirvesinde anayasa değişikliği konuşuluyor. Tartışmalar muhalefet ile iktidar arasında sert tartışmalara neden oluyor. Muhalefet cephesi “Anayasayı değiştirmek hukuka aykırıdır” diye tepki gösterirken, iktidar cephesi anayasa’nın yenilenmesinden yana esip gürlüyor. Vatandaş da olan biteni tiyatro izler gibi izliyor.
Olanları izlerken bizim halimiz ne olacak diye düşünüyorum. Biryandan halimiz mi kalmış demeden edemiyorum. İnanın posamızı çıkardılar diyebilirim. Yukarıda çıkar savaşı devam ederken, altta biz ezilen kesimler örgütsüzlüğümüzden dolayı bir yerlere savruluyoruz. Onunda farkında değiliz. Yaşıyoruz işte, ama nasıl? Yaşıyorsak buna da yaşamak denir mi?
CHP ve MHP aynı safta yer almış, koro halinde “devletin elden gitmekte olduğuna” vurgu yapıyorlar. CHP “şeriat geliyor” ve “ordu göreve” temasını çok işlerken, MHP “meydanın bölücülere bırakılacağını” iddia ediyor. Oysa ülkede muhalefet ile iktidar aynı dili kullanıyor. Bu ince bir çizgidir. Anlamak için olayları, cümleleri yerli yerine koymak gerekiyor.
Bu ülkede Kemalist bir rejim var. Dışa bağımlılıkta var. İMF, ABD ve AB ne derse her iktidar döneminde partiler ya da koalisyon hükümetleri onu uygulamak zorunda kaldı.
Devletin zirvesi hareketli; AKP kendini sağlama almak için, muhalefet ise muhalefetten kurtulup iktidar olmak için var güçleriyle ellerindeki kozları birebir döküyorlar. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları var. Bu dokunulmazlık zırhını kaldırmak istemeyenler var. Ama bizlerin böyle bir hakkı olmadığı gibi, polis yaka paça gözaltına alabilmektedir. İstediği gibi sorgulama yapabilmektedir. Mahkemede istediği gibi hareket edebilmektedir. Bu açıktan bir ayrımcılıktır. ‘Gücü yetene’ anlamına gelmektedir. Yine yüzde on barajı vardır ki ötekine siyasal yaşam hakkı vermemekte, barajı aşağı çekme taleplerine ise AKP, CHP ve MHP birlikte karşı çıkmaktadır.
Anayasanın içeriğine bakmak gerekir! Kimin Anayasası? Emekçilerin, yoksulların anayasası mı? Hayır. İçeriğine bakarak kimin anayasası olduğunu anlayabiliriz.
Bu ülkede ağırlığı olan TÜSİAD ile MÜSİAD vardır. Farklı düşüncelerde olsalar da sermaye cephesini oluşturmaktadırlar. Ağırlığı olanlar grubundandırlar. Devletin motor gücünü oluşturan gruplardan olduğu için onların çıkarlarına göre bir anayasa değişikliği yapılacaktır.
Herkesimi bütünleştirecek bir anayasadan söz edenler gerçeği söylemiyorlar. İşsizlik ve yoksulluk sürerken, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği yokken, İş ve can güvenliği yokken, kayıt dışı ve sigortasız çalıştırma devam ederken, GDO’lu ürünlerin göz göre göre sofralarımıza gelirken, rüşvet ve yolsuzluklar artarken, üniversitelerin hali buyken, bolca cezaevi açarken, düşüncelerinden dolayı insanlar hala cezalandırılıyorken, taşeronlaştırma ve asgari ücretli kölelik tüm hızıyla yayılıyorken, doğa katlediliyorken, ırkçılık sistemli olarak gündemde ve hedef tahtasına Kürtler, Romanlar ve Ermeniler konuluyorken... Bunlara çözüm üretmeyecek bir anayasa”bütün kesimleri kucaklayan”bir anayasa olamaz.
İnsan haklarını öne alan, her yönüyle eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasaya ihtiyaç var. her yönüyle eşitlikçi, insanın insanı ezmediği sömürmediği, emeğe dayalı, insan ayrımı yapmayan, kendi dilini konuşan, kültürünü yaşatabilen ve insana dayalı, hayvanlara dayalı, doğaya dayalı ne varsa… Bir arada yaşayabilmenin ortak paydalarından yola çıkmalıyız.
Hazırlık çalışması yapılan anayasada emekçilerin talepleri değil, sermayenin talepleri ön sıralarda olacaktır. Bunun içindir ki anayasayı asıl üretenler yapmalıdır. Emeğe saygı gösterenler yapmalıdır.
Hüseyin Habip Taşkın
15 Nisan 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)