5 Ekim 2009 Pazartesi

Liberal teori eylemde

Ali Özsoy


Gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerin hepsinde sosyal devlet uygulaması vardır. Bir tek ülke buna istisnadır. Liberalizmin kalesi olan ABD’de evrensel sağlık uygulaması yoktur. Ancak artık bu sistem ABD’de bile tartışılıyor. Diğer gelişmiş kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında ABD’de kişi başına sağlık harcaması iki kat fazla olmakla birlikte sağlık hizmeti tüm göstergelerde sonuncudur.

Dünyadaki en pahalı sağlık hizmetini yaratan ilaç tekelleri, özel hastaneler ve özel sigortaların egemenliğidir. ABD’de ilaçlar tamamen piyasa fiyatlarıyla satın alınır. Devletin toplu ve ucuza satın alma politikası yoktur. Özel hastane ve sigorta sistemi ise yüksek kârlılık için hasta başına masrafı en yüksek düzeye çeker.

Liberalizmi tam kitabına uygun uygulayan bu sistemin dünyada başka bir örneği yok. Eğer liberal teorinin ütopyası doğru olsaydı, her şey piyasadaki fiyat mekanizmasına bırakıldığı için en mükemmel ve verimli sağlık hizmeti ABD’de olmak zorundaydı. Ancak durum bunun tam tersi. ABD nüfusunun %16’sı yani tam 49 milyon kişi her türlü sosyal güvenlikten yoksun durumda. Yani kısacası hasta oldukları zaman işleri Allahlık…

Evrensel ve Birgün’ün solcusu: Obama

Şimdi olan ise şu: Obama gibi bazı ABD’li emperyalistler bile “acaba ABD’ye has bu saf liberal sağlık sistemini değiştirelim mi” diyor. Tıpkı Batı Avrupa’daki gibi evrensel sağlık hizmetine geçiş için ilk adımları atacak bir reform paketi sunuyorlar.

Geçtiğimiz gün Beyaz Saray önünde toplanan yüz binlerce eylemci ise buna karşı çıkıyor. Bu muazzam bir rakam çünkü bilindiği gibi dünyanın her yerinde bu miktarda insan genellikle sağlıkta ve ekonomide liberalizmi protesto etmek için toplanır. Ancak ABD’de yüz binler “biz liberalizm istiyoruz” diye yürüyor!

Sadece bu olay bile ABD toplumunun nasıl bir toplum olduğunu gösteriyor. Yüz binlerce küçük, orta ve büyük burjuva örgütlenmiş, pankartlar hazırlamış ve kapitalizm için yürüyor. Böylesine saf bir burjuva toplum ve liberal ütopyaya bu kadar yatkın bir kültürel yapı tarihte hiçbir zaman ve mekânda bu derecede var olmadı.

Şüphesiz ki, eylem bir halk eylemi değil. Zenginler eylemi… Ama ABD’de zenginler o kadar örgütlü, bilinçli ve kalabalık ki, yüz binlerce kişiyle eylem yapabiliyorlar.

Bu denli sağcı bir ülkeden bile sosyalist bir esin almak mümkün mü? Eğer Türkiye’deki Batıcı solun temsilcisiyseniz evet! ABD’deki eylemde Obama’yı protesto eden göstericiler Obama’yı Che’ye ve Marks’a benzetmişler. Peki Evrensel ve Birgün bu eylemi nasıl değerlendiriyor: “Gerici eylem”, “sağcı eylem”, “halk düşmanı”…

İnanılmaz bir şey! Yani bu “solculara” göre Obama ilerici ve solcu mu? Bu eylemden çıkarmaları gereken en net sonuç ABD toplumunun ne denli liberal, burjuva ve gerici olduğu iken; EMEP ve ÖDP zihniyeti ABD’de sol (sanki ABD’nin solu varmış gibi)-sağ kutuplaşması yaratıyor ve Obama iktidarına da sol payeyi yakıştırıveriyor. Demek ki Obama’yı Marks’a benzeten ABD liberallerini bir tek bizim Türkiye’deki Marksistler ciddiye almış.

Oysa bir ezilen dünya mensubu ve devrimcisi olarak bizim duruşumuz çok net. Eğer Obama gerçekten başarılı olur, tüm vatandaşlarına eşit, parasız ve verimli bir sağlık sistemi sağlarsa, bu ABD’nin emperyalist karakterini hiç değiştirmeyeceği gibi bizim için çok kötü bir gelişme olacaktır.

Daha sağlıklı ve müreffeh ABD demek, ABD Ordusundaki askerlerin (ki çoğu o 49 milyonluk daha “fakir” Amerikalı ailelerden gelmektedir) çocukken daha iyi beslenmesi, bakım görmesi ve semirip büyüdüklerinde daha sağlıklı birer katile dönüşmesi demektir. EMEP ve ÖDP gibi garip “solcular” burada bir sosyal adalet ve ABD işçi sınıfı adına ilerleme belirtisi görebilirler. Ama biz o kadar saf ve şaşkın değiliz. Umarız Obama başarılı olamaz.

Liberal varsayım

ABD’de eylem yapanlar aslında tamı tamına liberal varsayımı yansıtmaktadır. O da şudur: Bir ürün, hizmet ya da metanın en iyi miktarda ve kaliteli şekilde sunulmasını sağlayacak yegâne mekanizma piyasadaki arz talep mekanizmasıdır.

Ekonomi kitaplarında iktisadın tanımı diye sık sık yinelenen bir cümle vardır: “Kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçlara dağılımı”. Oysa bu tanım iktisadın değil apaçık bir şekilde liberal iktisadın temel varsayımıdır.

Birinci varsayımları şu: Piyasalar doğal olarak vardır. İnsanlık ve mübadeleyle yaşıttır. Çünkü insanların kıt kaynakları optimum yani en verimli bir şekilde kendi kendilerine dağıtma imkanı yoktur. Bunu piyasa yapar. Nasıl mı? Fiyat mekanizmasıyla. Diyelim ki piyasada bin tane insan var. Bunların hepsinin elinde bir miktar mal var. Bunların hepsi birbiriyle değiş tokuş yapacak.

Hikayeye göre ikinci en önemli varsayım şu: Özel mülkiyet var. Ve herkes ilk anda bir şeylerin mülkiyetini şahsına geçirmiş. Yani özel mülkiyet olmasa aslında piyasa olmaz. Temel varsayım başka bir varsayıma ihtiyaç duyuyor.

Liberal hikaye diyor ki; eğer insanlar ihtiyaç duydukları bir ürünü kendi mülkiyetlerinde bulundurmuyorlarsa mecbur onu başka bir mülk sahibiyle değiş tokuş edecekler. Burada arz ve talep dengesinin belirlediği fiyat mekanizması devreye girer. Bir kişi elindeki sandalyeyi araba fiyatına satmaya kalkarsa bu elinde kalacaktır. Çünkü kimse bu denli pahalı bir sandalye satın almaz. Sandalye sahibi mecbur fiyat kıracaktır. Ya da hiç sandalye üretmeyip, sandalye kıtlığı yaratmaya çalışabilir. Ancak bu da mümkün değildir çünkü başka sandalye üreticileri ucuza sandalye üretecektir. Dolayısıyla sonuçta tüm sandalye üreticileri piyasada istenen miktarda ve fiyatta sandalye üretmeyi piyasanın görünmez sopasıyla öğrenecektir.

Liberalizmin iddiası şu: Eğer serbest piyasa olmazsa çok fazla, ihtiyacın gerektirmediği kadar sandalye üretilme tehlikesi var. Veya çok az üretip çok pahalıya satılma ihtimali de var. Ama piyasada serbest rekabet toplum için en yararlı dengeyi bulacaktır. Kendi faydasını (yani toplam kârını) artırmak isteyen sandalyeci tam da insanların ihtiyacı olduğu kadar (ne eksik ne fazla) sandalye üretmek ve en uygun fiyattan (ne pahalı ne ucuz) satmak zorunda kalacaktır. Bu ise kişisel faydayı (kârı) maksimize ettiği gibi toplumsal faydayı da (toplam üretim-tüketim) en yüksek düzeye çıkaracaktır. Yani kaynakların dağılımında optimum dengeye ulaşılacaktır.

Liberalizm: en büyük ırkçılık

Bu açıdan baktığımızda ABD’deki liberallerin itirazını hemen anlıyoruz. Eğer Obama’nın istediği gibi evrensel sağlık hizmeti her ABD vatandaşına sağlanırsa, hiçbir sigorta primi ödemeyen ve büyük ihtimalle işsiz ve az gelirli olduğu için hemen hemen hiç vergi vermeyen tam 49 milyon insana nasıl hizmet verilecek? Yanıt çok basit devlet bütçesi bu masrafı karşılayacak. Dolayısıyla zenginlerden alınan vergiler artacak.

Beyaz Saray’ın önüne toplanan bir milyona yakın ABD zengini diyor ki:

“Biz özel sigortalara binlerce dolar prim ödüyoruz, üstüne üstlük zengin olduğumuz için gelir vergisi de ödüyoruz. Ancak şimdi hiç prim ödemeyen insanlara devlet bedavaya sağlık hizmeti verecek. Bunun için benden daha fazla vergi alınacak. Bir de üstüne üstlük alacağım sağlık hizmeti de bozulacak. Parasız bedava hizmet olmaz. Yok öyle yağma! Parayı veren düdüğü çalar. Bizim bireysel özgürlüğümüzü ve alın terimizle kazandığımız servetimizi baskı altına alamazsınız. Yaşasın birey, yaşasın demokrasi, yaşasın liberalizm!”

İşte bu gösteri ABD toplumunun en saf liberal ideolojiye sahip ülke olduğunu göstermektedir. Argümanları liberalizm açısından çok haklıdır. Bu yüzden ekonomi ders kitaplarına girebilir. Eğer arz talep dengesi kanser ilacı için bir fiyat belirliyorsa ve bir hastanın bu fiyatı karşılama imkanı yoksa o zaman o hasta yaşam hakkını yitirecektir. Çünkü anlaşılan liberalizme göre yaşam hakkının da bir fiyatı vardır ve ilacın maliyet eğrisi ile yoksul bir hastanın “fayda” eğrisi yani parası kesişmiyorsa piyasaya göre hastamızın yaşama hakkı yoktur.

Kısacası tüm Batı medeniyetinin temelinde yer alan ve iddialara göre insan hakları dahil tüm hakların esin kaynağı olan liberalizm aslında piyasa gerek görürse insan yaşamasa da olur demektedir. Herşeyi metalaştırdığı gibi insan hayatını da metalaştıran liberalizme göre eğer fayda maliyet hesabına göre eksiye geçiyorsa bir insan yaşamak hakkını da yitirmektedir. Yeteri kadar parası olmayanın yaşamaya hakkı yoktur çünkü yaşaması verimli ve kârlı değildir. Piyasa optimum dengeyi sağlarken yoksul ferdimizi eleyiverir.

İyi de liberalizm ferdi kollamaz mıydı? Kollar ama eğer zengin, sağlıklı ve beyaz ise. ABD’deki sağlık reformu tartışması aslında liberalizmin saf ırkçı bir ideoloji olduğunu göstermektedir. Zenciler ölsün demekle yoksullar ölsün demek arasında nasıl bir fark olabilir ki?

Yaşam hakkı beleşçilik midir?

Zengin için fakirin yaşama hakkı en basit ifadeyle beleşçiliktir. Bu yüzden liberalizm zengin ırkçılığıdır. ABD’deki zengin liberaller “parasız sağlık hizmeti nasıl olur, biz para ödüyorken onlar sırf fakir oldukları için nasıl ödemez, bu haksızlık, beleşçilik” diyor. Şöyle söyleyelim: Eğer sen o fakirler senin evine girip mallarını yağmalamasın, servetine el koymasın diye polis (yani kamu) tarafından nasıl bedavaya korunuyorsan ve bu nasıl beleşçilik olmuyorsa, fakirin yaşam hakkı da beleşçilik değildir.

Yoksulları beleşçilik ile suçlayan ABD’deki son liberal kitle eylemi aslında eyleme geçen liberalizmin ırkçı bir soykırım makinesinden başka bir şey olmadığını göstermektedir. Düşünün bir kere! Hitler insanlık tarihinin gördüğü en büyük soykırımcılardan biri olarak suçlanmaktadır. Oysa her yıl liberal düzenden dolayı en basit sağlık hizmetlerine ulaşamadığı için en insanlık dışı yolla öldürülen yoksulların ve ezilenlerin sayısı Hitler’in altı yılda öldürdüğünden çok daha fazladır.

Aslında liberalizmin ilk kurucuları, ilk liberaller Adam Smith ve David Ricardo ABD’deki liberallerin bu eylemini görseler ve liberalizmin geldiği noktayı kestirebilselerdi çok şaşırırlardı. Çünkü bugünkü liberallere çok şaşırtıcı gelebilir ama aslında ilk liberaller serbest piyasa kuramını oluştururken piyasanın kusursuzluğunu pek de küçük olmayan bazı istisnalarla sınırlamışlardı. Adam Smith bazı ihtiyaçların özel bireyler tarafından sağlanmasının imkânsız olduğunun farkındaydı. Çünkü piyasaya bırakıldığında hiç kârlı olmayacak dolayısıyla kimsenin ilgilenmeyeceği işler vardır. Ne mi?

Örneğin güvenlik, polis ve askerlik hizmeti fiyatlandırılamaz. Devam edelim; yargı, ulaşım, yol, altyapı, eğitim. Okullar açmak, insanları eğitmek nasıl kârlı bir iş olabilir ki?

Peki ama liberalizmin o pek iddialı varsayımlarına ne oldu? Hani piyasalar doğal, ezeli ve ebedi kurumlardı. İyi de eğer polisler ve yargıçlar mülkiyet hakkını korumasa, ortada fiyatlandıracak ürün bile kalmaz. Oysa bu kurumları teorik düzlemde piyasanın dışına iten yine liberallerdir. Çünkü kâr için polislik veya yargıçlık yapmak “optimum” bir çözüm olmayacağı gibi özel mülkiyetin tarafsızlık ilkesine de ters düşecektir.

O zaman liberalizmin tüm varsayımları çöküyor. Hem her şeyin en optimum çözümü piyasadadır deniyor, hem de piyasanın işlemesi için ilk şart olan ulusal pazarın güvenliği, mülkiyet hakkı ve burjuva adaletinin uygulanması tamamen piyasa dışındaki kurumlara ordu, polis ve mahkemelere terk ediliyor. İyi de piyasa bazı ihtiyaçların (ki en önemli ihtiyaçlar) optimum karşılanmasına olanak tanımıyorsa, hatta bizzat piyasanın varlığı bile piyasa dışı kurumlara (yani kamu kurumlarına) bağlıysa o zaman nerede kaldı piyasanın ve özel mülkiyetin ezeli ve edebi doğallığı, optimumluğu…

Neo-liberal kaçamak

Kapitalizmin fikirsel ve ideolojik olarak en büyük zaafı burada yatmaktadır. Piyasalar işlesin diye devletin müdahalesi şarttır. Demek ki her şeyi piyasalara bıraktığınızda bile piyasaya bırakmış olmuyorsunuz. O zaman birileri piyasalar “optimum” işlesin diye zırt pırt devleti devreye sokacağına pekala şöyle diyebilir; devlet optimum işlesin ve piyasaları düzeltip duracağına piyasa dışı bir sistem kursun. Ki buna da sosyalizm denir.

Elbette emperyalist ülkeler çok zengin olduğu için sosyalizmi uygulamak zorunda kalmadılar. İdeolojik olarak liberal toplumlar olarak kalmakla beraber, uygulamada tekelci devlet kapitalizmine döndüler. Bu yüzden Obama’nın yaptığı da tabii ki sosyalizm değil. Sadece kendi kapitalizmine çıkış yolu arıyor. Bu bazılarına liberal teorinin dışına çıkmak gibi gelebilir ancak pragmatizm burjuvaların esas ideolojisidir ve dogmatik olmak gibi bir saplantıları yoktur.

Ancak piyasa-devlet ilişkisinde liberalizm aleyhine var olan bu düşünsel çelişkiye yönelik neo-liberal bir kaçamak vardır ki; Obama’nın tercihi bunun da iflas etmeye başladığını gösteriyor.

Neo-liberalizmin eğilimi Adam Smith ve çağdaşlarının tersine, kamu hizmetlerini de fiyatlandırmak ve piyasaya terk etmektir. Bu açıdan liberalizm son bir fikirsel deneme yapmıştır. Nasıl mı?

Neo-liberaller, klasik liberallerin tersine güvenlik, ordu, yargı ve eğitim gibi kamu hizmetlerini de piyasaya dâhil etmek gibi cüretkâr bir işe atıldılar. Bu iş için yeni bir kavram uydurdular: Dışsallık.

Dışsallık için en klasik örnek olan deniz feneri örneğini verelim. Eğer özel bir girişimci bir denize fener yapsa bu işten zarar eder. Çünkü o fenerden binlerce gemi bedavaya yararlanacak ancak hiçbiri bu iş için para ödemeyecektir. Bu yüzden fener yapma işini devlet üstlenir. Çünkü piyasa bu iş için uygun fiyatı saptayıp özel girişimciye sağlayamaz. Buna neo-liberaller pozitif dışsallık diyorlar. Yani ürünün gerçek toplumsal değeri piyasa değerinden pahalı... Çünkü ürüne fiyat ödemeyenler de bedavaya üründen fayda sağlıyor.

Neo-liberal uyanık burada cinlik yapıyor. “Biz” diyor “pozitif dışsallığı olan ve genelde devletin üstlendiği bu tür işleri de piyasaya bırakalım.” “Eee, nasıl olacak bu?” diye sorduğumuzda da diyorlar ki: “Örneğin özel bir üniversiteyi ele alalım. Üniversitenin sahibi kişi başına 10 bin dolar para istesin. Daha fazla isteyemez çünkü burjuva öğrenci bile bunu ödeyemez. Ancak buradan mezun olan öğrenci zengin bir avukat olunca belki de yüz binlerce dolar para kazanacak. Fakat bunun hiçbiri özel üniversite sahibinin cebine girmeyecek. Dolayısıyla tıpkı deniz feneri sahibi gibi üniversite sahibi de zarar edecek. Devlet bu işe el koysun. Yapılan işin topluma toplam faydasını yani pozitif dışsallığını hesaplasın. Ortaya çıkan meblağ vergi muafiyeti hatta doğrudan para yardımı olarak üniversite sahibine ödensin. Toplum da bu iş için vergilendirilsin.”

Liberal ırkçılığa karşı aklın yolu: Sosyalizm

Ölme eşeğim ölme! Hani her şeyin fiyatını en iyi piyasa belirlerdi. Başın sıkışınca neden devlete ödetiyorsun. Nerede kaldı senin liberalizmin?

Bu liberal manyaklığın son noktasıdır. Son elli yılda eğitim, sağlık, silah üretimi, altyapı yatırımları ve hatta güvenlik gibi her türlü kamu hizmeti yavaş yavaş özel ellere teslim edildi. Neo-liberalizm bunu gerektiriyordu. Ancak bu işlerin hepsi “pozitif dışsallık” içerdiği için devlet bizzat özel sektörü kendi bütçesinden desteklemek zorunda kaldı. Böylelikle ABD gibi tüm kamu hizmetlerinin piyasalaştırıldığı en neo-liberal ülkelerde bile, devletin ekonomideki payının yüzde 40’ın üstüne çıktığı absürt durumlar ortaya çıktı. Bunu adına devletin “pozitif dışsallığı” finanse etmesi deniyor.

Türkiye’de bunun en basit göstergesi sağlık sisteminin çökertilip, devlet bütçesinden AKP’li özel hastane sahiplerinin zengin edilmesidir. Böyle verimsiz ve “liberal” bir hırsızlığa, tüm vergi mükellefleri mahkûm edilmiştir.

Yani liberal hırsızlık devam etsin diye tüm dünyada devlet daha çok seferber olmaktadır. Oysa neo-liberalizmin “pozitif-negatif dışsallık” teorisinin kendisi liberalizmde bir ilerlemeden çok fikirsel çöküşü temsil etmektedir. Demek ki ürünlere piyasa optimum bir fiyat belirleyememektedir. Artık kapitalist fiyat mekanizması ancak tekelci devlet müdahalesiyle işleyebilmektedir. Özel mülkiyet ve piyasa düzeni sürsün diye tüm dünyada kamu bütçeleri trilyonlarca doları piyasalara pompalamaktadır.

Bu Batının dünyaya giydirdiği deli gömleğidir. Emperyalizm var olduğu sürece kendileri bu gömleği çıkarmayacaktır. Ancak biz emperyalizmden sömürülenler şu çok basit soruyu doğal olarak soruyoruz. Madem serbest piyasa bu denli çarpık bir düzen, devlet müdahalesi ve bizim vergilerimiz olmadan ayakta duramıyor, neden bu çılgınlıkta ısrar edelim? Demek ki “pozitif dışsallık” teorisinin gösterdiği gibi ürünün değerini belirleyen şey arz ve talep dengesinin saptadığı fiyat değil, yalnızca ve yalnızca ürünün toplumsal değeridir. O zaman o değeri zaten devlet saptayacaksa, bunca işi zaten devlet üstlenecekse tamamen üstlensin. Piyasayı aradan çıkarsın. Olsun bitsin.

Kısaca buna sosyalizm deniyor. Elbette Obamacı olsun veya olmasın hiçbir ABD’li bunu istemez. Bizim için ise kaçınılmaz olan tek “rasyonel” çözüm budur.

2 Ekim 2009 Cuma

MOLLACA!!

Küçük molla, atasının ve babasının akibetine bakmadan üniversiteler ve kışlaya karşı savaş başlattı.
Buda mollanın akılsızlığının kanıtıdır. Molla çağın medrese molla çağı olmaktan çıktığının farkında değil. Bu onlar için hayatlarının en büyük hatalarından biri olacak yine, çünkü bu ülkede mollalar , yıllardır duvara toslayıp yerine otururlar. Duvarların biri kışlalar, biri üniversiteler, diğeri de Kemalizme inanmış Türk halkı. Molla bu üç değere savaş açarak, kendi idam fermanını hazırlamış bulunmaktadır.
Ülkenin bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğü için Atatürk'ü iyi anlamak kemalizmin ve cumhuriyetin bekcisi olmak gerek.